İnsanoğlu varoluşundan itibaren yaşam için suyun vazgeçilmez olduğunu anlamış. Gelmiş geçmiş birçok uygarlık, temel ihtiyaçlarımızdan biri olan beden temizliğinde suyu farklı yöntemlerle kullanmış ve milattan önceki dönemlerden beri, yıkanmak için kapalı yerler inşa etmişler. Eski Yunan medeniyetinde tabii ve şifalı suların yanı başında yıkanmak için kullanılan yapılar, Roma döneminde geliştirilerek hamam mimarisi karakterini almış. İçlerinde buhar banyosu, soğuk ve sıcak su havuzları olan görkemli, devasa hamamlar inşa edilmiş ve bu alanlar temizlenmenin yanı sıra kültürel ve spor ekinliklerinin de yapıldığı bir merkez haline getirilmiş. Böylelikle Roma İmparatorluğu’nun egemenliği altında olan topraklarda halk ve asiller için farklı süslemelerle bezeli yüzlerce hamam hizmete sunulmuş. Romalı zenginler de kendi yaşadıkları mekânlara has hamamlar yaptırmışlar. Bizans döneminde de Romalıların hamam mimarisine sadık kalınmış. Anadolu’nun birçok köşesinde yapılan arkeolojik kazılar sonucu bulunan Roma-Bizans hamam kalıntıları bulunmuştur.
Türklerde ilk hamam yapıları Büyük Selçuklu Devleti’nde görülüyor. İslam’ın “temizlik imandan gelir” anlayışıyla vücut bakımı ve temizlik için basit yapılarda yıkanılmış. Anadolu’yu egemenlikleri altına aldıktan sonra Bizans hamamlarında değişiklikler yaparak dini kurallara uygun hale getirip kullanmaya başlamışlar. Kur’an-ı Kerim’de akmayan suyla temizlik yapmanın caiz olmadığı, mutlaka akan su kullanılması buyrulduğundan, suyun akışı ya musluktan ya da yüksek bir yerden akacak şekilde düzenlenmiş, suyun aktığı yerin tam altına da kurnalar konulmuş. Bu hamamlarda bulunan ve bazı hastalıkların tedavisinde kullanılan su tekneleri ve yıkanma havuzlarına girmek için vücudun mutlaka temiz olması şart koşulmuş.
Geleneksel kültür varlıklarımızın arasında çok önemli bir yere sahip olan hamamların, günlük yaşamımıza etkisi deyimlere de yansımış; “Adamda yürek hamam kubbesi kadar, hamama giren terler, hamam gibi, eski tas eski hamam, hamama girer kurna beğenmez, ak curun yoksa kara curun hazır, düğünde zurnaya hamamda kurnaya koşmak, düğüne gider zurnaya hamama gider kurnaya âşık olur, hamamda gazel atmak, hamamda deli var, hamam kaçkını” gibi ve daha onlarcası… Biz de günlük yaşantımızda zaman zaman her iki lafın arasında böylesine anlamlı deyimleri kullanarak karşımızdakilere üstü kapalı niyetimizi anlatmaya çalışıyoruz.
“Ey hamamcı hamamına güzellerden kim gelir? Ne bileyim ben efendim günde yüz bin can gelir…” diye başlayan hoyrat ve birçok türküde hamamın vazgeçilmezliği vurgulanır.
Türküden söz açmışken “Antep’in Hamamları, Sallanır Külhanları” diye devam eden bu güzel Gaziantep türküsünü dilimize dolayalım ve düşelim Gazi şehrin hamamlarının yoluna. Türkünün sözleri mis gibi Antep kokarken fıkır fıkır melodisi de insanı yerinde durdurmuyor doğrusu…
Ah bu şehir ah! Kıyısı, köşesi insanı içine çeken binbir güzelliklerle dolu. Anadolu’nun her köşesinde olduğu gibi Osmanlılar ile başlayan Türk hamam kültürü, Gaziantep’te de kendini gösterir. Farklı zaman dilimlerinde hem vakıflar hem de şahıslar tarafından birçok hamam yaptırılır. Evliya Çelebi, “Seyahatname’sinde” Antep’ten övgüyle bahsederken hamamların çokluğuna da vurgu yapar.
Bunlardan yalnızca İki Kapılı Hamam ve Eski Hamam (1557 öncesi), Keyvanbey (16. yüzyıl), Şeyh Fethullah (16. yüzyıl ortaları), Paşa (1560’lar), Hüseyin Paşa (1727), Naip ve Tabakhane hamamları tüm zorluklara rağmen asıl işlevlerini günümüze kadar taşıma başarısı gösterebilmişler. Buraların mimarisi genellikle soğukluk, ılıklık, sıcaklık ve hamamın ısıtıldığı külhan olmak üzere dört bölümden oluşur. Sıcaklıklar bir adet büyük, yıkanma odalarıysa küçük kubbelerle örtülüdür.
Tutlu Hamamı değişiklik geçirip depo haline gelirken toprak altında kalmış. Tişlaki (1536 öncesi), Bağat (1557 öncesi), Kadı (1557 öncesi), Akyol (16. yüzyılın üçüncü çeyreği), Bey (Çukur), Koca Nakib (18. yüzyıl başları), Mücelle, Piyâle Paşa ve Tüffâh hamamlarından hiç eser kalmamış.
Bu arada Gaziantep Kalesi içinde bulunan Kale Hamamı kalıntıları alanında gerçekleştirilen arkeolojik çalışmalardan, bu hamamın Eyyubiler Dönemi’nde (1171-1250) yapıldığını anlıyoruz.
Eski Antep evlerinde musluklardan şarıl şarıl su akan banyo olmadığı için insanlar su dökünme işini gerektiğinde evlerin hemen giriş kapısı önünde bulunan ve “eşiklik” denilen yerde yaparlarmış. Kapıların alt kenarına gelen ve döşeme düzeyinden 10-20 santimetre yüksekliği olan taş, tahta ya da madenden parçaya eşik deniliyor. Kapı açıklığında bulunan dört köşe, bir metrekare kadar genişlikte ve 15-25 santimetre derinliğinde, gideri olan bu bölüme “eşiklik” deniyor. Eskiden ayakkabılar da orada çıkarılır ve sonra içeri girilirdi. Önce ocaklıkta (mutfak) kulplu kazanlar veya ibriklerde su ısıtılır, sonra eşiklikte minnacık bir tabure üzerine oturularak su dökünürmüş. Aynı şekilde mutfaklarda gideri olan bir köşede mini yıkanmalar olurmuş. Fakat hiç mis gibi hamamda bol bol su dökünerek yıkanmak gibisi var mı? İşte herkes de böyle düşünmüş ve kadınlar, erkekler dört dörtlük yıkanmak için çarşı hamamlarının yolunu tutmuşlar. Anadolu’nun her yerinde olduğu gibi Gaziantep hamamları da gelin, damat, lohusa, adak, kız beğenme, şirket, asker, nevse, sünnet hamamı gibi çeşitli bahanelerle eğlenceli törenlerin yapıldığı ve sosyal hayatın vazgeçilmez mekânları olarak uzun yıllar cazibelerini korumuşlar.
Hamamlarda, Gayme (natır) denilen yıkayıcı kadınlar bulunurdu. Meşefe (peştemal), sabun, terlik, havlu, kese, lif ve hamam tası beş dakikada bir araya toparlanıp soyunma odasına getirildi. Gaymeler hamamların vazgeçilmez simalarındandı.
Eskiden günler öncesinden hazırlıklar yapılırmış. Hamama gidecekler bohçalarını hazırlayıp “Natıra “denilen hamam çalışanlarına haber gönderirlermiş. Varlıklı, bahşişi bol müşteriler daha hoş tutulurmuş. Natıra gelir, evlerden bohçaları, kil leğenini, yiyecek sepetlerini alıp hamama getirir, müşterinin isteği doğrultusunda hem soğuklukta hem de sıcaklıkta yerlerini ayırırmış. Sıcaklığa yakın yerler daha revaçtaymış. Getirdikleri halı veya kilimleri dinlenme yerlerine yayar ve müşterileri gelene kadar kimseleri oraya oturtmazmış. Gelen de hiç sıra beklemeden kendisine ayrılan yere yerleşir ve saatlerce hamamın keyfini çıkarırmış. Hamamların geleni gideni o kadar çokmuş ki, bir boş kurna başına oturmak için bazen saatlerce sıra beklenirmiş. Hele hele bayram gibi özel günler arifesinde yoğunluk kat kat artarmış. Özellikle kış aylarında hamamlar o kadar kalabalık olurmuş ki iğne atsan bulunmazmış…
Tam ortada, zeminden yaklaşık yarım metre yükseklikte altıgen bir göbek taşı vardır. Göbek taşını curun denilen kurnalı yıkanma yerleri ve halvetler çevrelerdi.
Hamamda bir de kil leğeni bulunurdu. Eskiden saçlar kille (yumuşak ve yağlı toprak) yıkanırmış. Hamamda kil leğenine bir miktar kuru kil konularak suyla karıştırılır, buna kil ıslamak denilirdi. Çamur halindeki kilden avuç avuç sürülerek başın üzerinde toplanan saçlar iyice çitilendikten sonra suyla durulanır. İçinde hiç bir kimyevi madde olmayan ve gelmiş geçmiş zamanlardan beri doğal temizlik malzemesi kabul gören kil; saçlara parlaklık ve yumuşaklık verdiği gibi güçlendirirdi…
Hamamlardan eğlence, müzik de eksik olmazdı.
Hamamda bir de yemek faslı olurdu. Birinci yıkanmayı bitiren kadınlar soğuklukta serili halı, kilim veya çaputların üzerine uzanır, oturur biraz dinlenirlermiş. Şen-şakrak sohbetlerin yanı sıra sofra bezleri yayılır, Allah ne verdiyse getirilen yöresel yiyecekler ve mevsimlik meyveler sofra tahtaları üstüne konulurmuş. Maş ve lolaz piyazı (börülce çeşitleri) bu sofralardan hiç eksik olmazmış. Ayrıca kadınlarının kıymetini bilen kocalar, hamama yiyecek sepeti gönderirlermiş.
Bu kadarla da kalsa iyi, Gaziantep hamamlarından hiç çiğ köfte ve malhıtalı (kırmızı mercimekli) köfte yoğrulup yemeden çıkmak olur mu? Tabii ki hayır! Dillere destan lezzet çiğ köftenin malzemeleri ve yoğurmak için gerekli olan leğen birlikte getirilir, zevkle hazırlanıp diğer hamam sakinlerine birer hanne (sıkım) ikram edilir ve hep beraber afiyetle yenirmiş. Tabii ki toplumun her kesimden gelen insanlar keselerine göre bu hoş hamam kültürünü yaşarlarmış.
Gaziantep’in değerli evlatlarından biri olan Mimar Abdülkadir Evişen’in, Gaziantep Hamamları üzerine hazırlamış olduğu bir yazıdan dikkatimi çeken birkaç bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum: “Hamamlarda eskiden az da olsa görülen tedavi ağırlıklı bir uygulama daha varmış. Buna göre müşterilerin isteği üzerine natır veya gayme tarafından hamamın kazan önü denilen kısmına bir varil konulur ve bunun içi sıcak suyla doldurulur. Vücudunda ağrı-sızı olan kişiler varilin içine girerek dayanabilecekleri kadar kalırmış. Islak sıcağın bazı ağrıları tedavi etmek için kullanıldığı burada da kendini gösteriyor. Kaplıcalardaki havuz ve küvetlerde bu tip uygulamayı çok gördüğümü hatırlıyorum.”
Ayrıca azınlıkların gittikleri bazı hamamlardaki (İki Kapılı, Büyük Paşa vb.) ılıklığın bir bölümünde yaklaşık bir metre derinliğinde, içerisi yağmur suyu ile doldurulmuş “Gulleytin” denilen küçük havuzlar varmış. Musevi vatandaşlar manevi temizliklerini Haham gözetiminde burada üç kez soğuk suya girip çıkarak yaparlarmış.
Peki hamamlar nasıl ısınıyordu? Isıtma yeri olan külhan gözlerden uzak bir şekilde hamamın altındadır. Burada bulunan ocak üzerinde sıcak su kazanı, onun üzerinde soğuk su deposu vardır. Yanan ateşin alev ve dumanı ocak dibinden özel kanallarla hamamın zemini ve duvarlarından geçerek, sıcaklığın tam ortasındaki göbek taşının altına kadar gelir. Oradan da hamam duvarlarında bulunan kanallardan dolaşıp tüteklik denen bacadan dışarı çıkar-gider. Sıcak su ise göbek taşının altından kanallarla geçirilerek sıcaklıkta bulunan musluklara ulaştırılır. Böylece hem dumanın hem de sıcak su borularının ısıtmasıyla hamamın en sıcak yeri göbek taşı olur. Bu taşın altına çok sıcak ve karanlık olduğu için cehennem denir.
Asırlar ne kadar yıpratsa da Gaziantep’te bazı hamamlar hâlâ faaliyetlerini sürdürüyor. Fakat hamam kültürü kan kaybetmeye de devam ediyor. Birkaçının külhanı çoktan sönmüş, bacası tütmüyor artık. Bu gidişle, kültürel zenginliklerimizden olan “Hamam Kültürümüz” tarih olacak. Çünkü artık evlerimizde musluklardan akan sıcak sularımız, hamam tadını vermeyen modern donanımlı banyolarımız var. Bir de tembellik çöktü ki üzerimize, iki sokak ötede göbek taşına uzanarak boncuk boncuk ter atıp, güzel hamam geleneklerini yaşayabileceğimiz hamamları görmezden geliyoruz. Hep birlikte değerlerimize sahip çıkalım ve onları koruyalım. Şimdi size bir soru! En son hamama ne zaman gittiniz?
Zaman, atalarımızdan bize miras kalan geleneksel hamam kültürünü yaşayıp yaşatarak gelecek nesillere aktarma zamanıdır… Şimdiden sıhhatler olsun!
Son bir cümle, Gaziantep Hamam Müzesi’ni de mutlaka ziyaret edin…

Kaynak: İslam Ansiklopedisi Cilt: 13; Sayfa: 473, Abdülkadir Evişen (Gaziantep Tarih Kültür Dergisi – Sayı15,16)

Paylaş: