‘Yokluk bir halkı kuvvetlendirir mi, yoksa yozlaştırır mı?’ sualine Gaziantep’in yaşadığı bir asırlık tarihsel sürecin cevabı ilkinden yanadır. Büyük ve kadim bir imparatorluğun en mamur kentlerinden biridir Antep. Osmanlı’nın batıdan bakınca doğuya, doğudan bakınca batıya açılan kapısıdır.
Bağdat’ın, Beyrut’un, Şam’ın, şehit Halep’in batısıdır Gaziantep. Adana’nın, Ankara’nın, İstanbul’un doğusudur Gaziantep.
Antik Çağlardan bu yana geçit yeri (Zeugma) kimliğini sürdürmüştür Antep. Göçmen kuşların bile yol değiştirip rızıklandığı şehirdir Antep. Yavuz’a Mercidâbık’ta ümit, İstanbul’dan aziz Mekke’ye Ensar, Medine’ye giden alayların sürre sandığıdır Antep. Hazreti Peygamber’in sancağına sahip çıkmaya giden Fahrettin Paşa’ya yoldaş olsun diye garnizonunu veren şehirdir Antep. Misak-ı Millînin en uç sınır beyliğidir Antep. İngiliz’e, Fransız’a karşı savaşırken ‘mavzeri omzuna yük, yumrukları memleket’ kadar büyük olan şehirdir Antep.
Antep; İstiklâl Savaşına atıldı, hem de herkesten evvel kendi varoluşunu muhafaza etmek için kendini gösterdi. Cephede kılıç muzaffer oldu. Lâkin hakikatte muzaffer olan milletin ruhuydu. Anadolu’yu kalbinden vurmaya çalışan Haçlı zihniyetinin vârislerini bugün Fırat kalkanı, Zeytindalı ve Barış Pınarı harekâtlarıyla gerisin geri gönderen şehirdir Antep.
Bugün Gaziantep üzerinde taşımış olduğu mühim ve tarihi vazifeyi bir kez daha üstleniyor. Ensar şehir Medine’nin kardeşi olabilmek arzusuyla bugün Ensarlık vazifesini üstleniyor.
Bu şehirde anneler var. Gözünün nuru kız evladına ta beşikteyken hazırladığı çeyiz yorganlarını Suriyeli komşularına gönderen anneler… Evinde pişirdiği yemeği çocuklarına yarım tabak koyup, yemek kazanını Suriyeli komşularına gönderen anneler var.
Bu şehirde babalar var. Cebindeki son kuruşu Suriyeli komşularına yardım etmek için harcayan ve kendi öz babasının mezarını borca yaptıran babalar var.
Hiç şüphesiz bu bir mesuliyet meselesidir ve Antepli tarihsel vazifesini mesullenmiştir. Müslümanların tüm günahlarının kefareti olarak cehennemi kendi vücuduyla doldurmayı teklif eden Hazreti Ömer, kendini nasıl Dicle kıyısında kuzuyu parçalayan kurttan mesul tutuyorsa, bu şehrin insanları da ondan on dört asır sonra mesuliyete, sorumluluk kavramının bizatihi kendisine yeniden şekil verdi. Bu heybet ve mesuliyet Yavuz’un Mercidâbık Ovası’na fırlayışına eştir.
Millî tarihimizin en önemli mücadelelerine sahip olan Gazi şehir bugün dünyaya insanlık dersi veriyor. Bu şehrin fedakârlığı “kırk günlük bir çocuğun fedakârlığı değil, en azından bin yıllık bir olgunlaşmanın mahsulü, tarihinin ona kazandırdığı ulvi bir mizacın eseridir. Ruh ve ahlâkımızın kaynakları on dört asır önceki Hira Dağı’ndan gelen vahyin nuruyla yıkanmıştır.”

Paylaş: