Abdurrahman KIZILCIK

(Gaziantep Cezaevi Vaizi)

Üzerinde yaşadığımız ve emniyetle hüküm sürdüğümüz bu dünya hayatı insan için var edilmiş… İnsan bu mükemmel sarayın misafiri ve imtihan edileni olmuştur… Bu saray o kadar güzel yaratılmıştır ki insan, bu alemin halife-i ruy-i zemini (yeryüzünün halifesi ), eşref-i mahlukatı yaratılmışların en değerlisi) ve zübde-i alemi (alemin özü) olmuştur…

Alemin misafiri olan bu insan imtihan için yaratılmış ve bu imtihanı başarılı bir şekilde verebilme kabiliyetiyle de donatılmıştır… Alemin yaratılma gayesini ve alemin yaratılışının hikmetini çözme kabiliyeti tüm insanlarda fıtraten mevcut kılınmıştır…

Bu dünyayı kuran mimar
Ne hoş sağlam temel atmış
İnsanlığa ibret için
Kısım kısım kul yaratmış
Kimi yaya kimi atlı
Kimi uçar çift kanatlı
Dünya şirin baldan tatlı
Eyvah balı tuza katmış
Kazması yok küreği yok
Ustası var çırağı yok
Gök kubbenin direği yok
Muallakta bina çatmış.

Gözü âmâ olan fakat gönül gözü her daim açık olan Aşık Veysel bu gerçeği
böyle haykırmıştır. Anadolu insanı arif ve basiret sahibi insandır… Âmâ da olsa gönlünce bakanlar her şeyi tastamam görecek ve anlayacaklardır. Herkes de görme, duyma, idrak kabiliyeti eşit ve tamdır…

Yaratılan her insan bu muazzam kabiliyetlerle yaratılmıştır… Az biraz tefekkür nice hakikate ve keşiflere gebedir… Bu sebeple insanların düşünme kabiliyetleri farklı farklı da olsa Rabbimizi bulma anlama işi zor olmayacaktır. Bu manada insan tefekkür ve bilgiyle hareket edince hakka ve hakikate er veya geç ulaşacaktır…

Cenab-ı Hakkın yarattığı mükerrem varlık insanı, Yunus’un ifadesiyle; “Hz.
İnsan” olabilecek fıtratta yaratan yüce varlık Allah’tır… İnsanın özündeki ilahi nefha onun yolunu Allah’a döndürmesi içindir. Kim vicdanın sesini ve rabbinin bedeni üzerindeki mührünü görürse yolunu doğrultmuş olur… Doğru yolu bulmak öyle kolay da bir iş değildir. Ermek ister, bedel ister ve gayret isteyecektir…

İnsanın hakkı görmesini ve duymasını etkileyen ve engelleyen içsel ve dışsal şeytani güçler hep insana karşı mücadele etmiştir. İnsanlık tarihi boyunca şeytan ve avanesi insanla hep uğraşmıştır. Rabbimiz tarafından tüm peygamberler rehber ve elçi olarak bu ulvi gayeyle gönderilmişlerdir.

Kur’an-ı Kerim’de ulul azm peygamber Hz. İbrahim (a.s.) şöyle özetlemiş dünyasını ve ahiretini: “Benim namazım, ibadetim, yaşamım ve en nihayetinde ölümüm Alemlerin Rabbi olan Allah içindir.”

Ömür Allah için yaşanırsa bir kıymet ifade eder. Aksi halde ömür Rabbin
razı olmadığı bir hayatla geçmişse bu ömür ne işe yarar? Secde etmeyen baş ne işe yarar? Allah için eğilmeyen bükülmeyen doğrulmayan bir beden ne işe yarar? Tüm peygamberlerin hayatları boyunca yaptıkları iman ve amel telkini budur…

Efendimiz (a.s.) de şöyle buyurmuştur: “Ennâsu meâdinu.” İnsanlar madenler gibidir. Hepsi de gizli bir hazine, keşfedilmeyi bekleyen kıymetli bir taş… Her insan özü ve yaratıcı itibariyle güzeldir ve değerlidir.

Yeryüzünde azimüşşan olan peygamberlerin varisleri alimlerimiz de bu kutlu yolun temsilcileridirler… Alimler yüklendikleri bu kutsal emanet göreviyle diğer insanlardan ayrılırlar. Alimler hak bilgiyi yani ahirette kurtuluşun bilgisinin insanlara ulaşması için çaba sarf ederler. Bu ilahi bilginin meftunu olup cümle insanlara bu bilgiyi ulaştırmanın peşinde olurlar. Bu görev onları üstün bir payeye, bu ilim onları yüksek derecelere çıkartır çünkü bu bilgi, insanı kendine getirecek bir bilgidir. Kur’an’ımızın bir ayetinde şöyle buyrulur: “Allahtan gerçek manada korkan veya başka bir anlamayla ona en çok saygı duyanlar ancak alimlerdir.”

Onların dosdoğru yolunu yol bilip insanlara yol gösteren işaret, alamet, ışık
olan alimler bizler ve toplum için çok çok önemlidir. Onların bizlere rehberliği ve hidayete delalet oluşları çok kıymetlidir…

Rabbimizi bilme ve tanıma bilgisi en yüce bir bilgidir. Allah’ın bilinmesi ve
tanınması insan için en önemli ve hayati mesele olmalıdır. Alimlerin tezgahında kıymetli insanlığın varoluşu ile ilgili değerli şeyler vardır. Alim; dünya ve malayani şeyler satmaz. Tezgahında dünyalık şeyler yoktur. Bu tezgahta iman, amel, ilim, irfan ve erdem gibi insanlık için çok değerli şeyler vardır. Adil Hoca’mızın da tezgahında ilim ve güzel ahlakla dolu kıymetli ahiret azıkları mevcuttu. Herkes onun bu tezgahına yani cuma sohbetine evinden, işinden, köyünden gelerek hisselerince memnun ve mesrur ayrılıyorlardı.

Onun hayatı yaşadığı beldeye manen hizmet etmek ve en önemlisi insan yetiştirmekti. Hocamızdan bir çok şey öğrenen bizler, ona öğrenci olma şerefine ulaştık…

Hakkın yılmaz savunucusu, minberin gür ve güçlü sesiydi. Kendisini dinlemeye gelenlerin iç sesiydi. Zalimin hep karşısında durmuş, mazluma her daim sahip çıkmıştır. Bilinmeyen belki de sır olarak kalması gereken bir yönü de çevresine karşı asla kayıtsız kalmamasıydı.

Bilmiyorum bende en çok etkisinin olduğu şey şu idi: Yaşadığı şehri manen
kuşatmış, vaazlarıyla irşad etmiştir. Ama şehirde kıt kanaat geçinen kimselerin kapısını çalar, aç ve sefil kimsesiz evlere, çaresizlere yardım ederdi. Bunlardan bir tanesine ben şahit olmuştum. O da şöyleydi:

Hocamla beraber Kolejtepe civarında bir kursta el-Lubab isimli Arapça bir
eser okuyorduk. Tam o esnada kapının zili çalmıştı. Ben kapıyı açmaya indiğimde kapıda kışın ayazında ayağında naylon terliği, kucağında çocuğuyla bekleyen bir kadın vardı. Ne istediğini sorunca kendisini Adil Hoca’ya götürmemi söyledi. Ben de onu hocama götürdüm. Hocam ona buyur bacım deyince kadın bu kış gününde yakacağının olmadığını çocuklarının her gece üşüdüğünü söyledi. Adil Hoca’m da o gün çektiği maaşıyla kadına yeteri kadar kömür parası vermişti. Üşüyen o kadın ve
çocukları öylesine sevinmişti ki…. Kadın gittikten sonra hocam okuduğumuz dersi bitirip oturmuş, gözlerinden yaşlar akıyordu…

İslam, hocamın pratikte gösterdiği; insanların en hayırlısı insanlara faydası
olandı. Hocamız kanayan bir yara gördü mü böyleydi…

Bize de halktan kopuk bir hoca değil de insanımızın derdini ve sıkıntısını çözen hoca olmayı öğretiyordu. İslam bir çok şeydi ona göre. En çok da talebe ve insan yetiştirmekti, adam yetiştirmekti. O büyük davaya mefkureye neferler yetiştirmekti. Bizleri yetiştirdi o. Cemaatlerin ve cemiyetlerin olmasını hem de çok olmasını, herkesin Kur’an talebesi, ilim talebesi yetiştirmesi gerektiğini defaatle söylerdi. ilim ve bilgi; bugünün gençlerinin ellerinden bırakmadığı telefon ve internet etrafındaki bilgi değildi. Hocamızın deyimiyle ilim alimlerin dudaklarından dökülen ilgiydi.
Alimlerin amellerine görünür olarak canlı canlı şahit olunmasıydı. Rabbim ebeden ondan razı olsun o bize sadece hocalık değil babalık da yapmıştı. Hocamızla beraber olduğum o günlerimi çok arıyor ve özlüyorum. Rabbim tüm özlem çekenleri kavuştursun…

Özellikle hocamız bu talebe hizmetini, hayatının merkezine almıştı. Bütün
ömrünü bu ideal uğruna yaşamıştı ve son nefesine kadar insanımızın manevi mimarına ve ahiretini kazanmaya harcamıştı. Hocamızın minberden ve kürsüden verdiği vaazlar gönüllere işlenip evlere, mahallelere ve köylere onu dinleyenlerce heyecanla taşınıyordu. Bir çok vaazını bizzat camide dinlerken her vaaz orada gönlümüze işleniyordu. Hocamız camideki gürleyen vaazı ve güzel sesiyle adeta bizi o hafta arındırıyordu. Son nefesine kadar bu hizmeti hiç aksatmamıştı. Tüm şehrin
irşadında büyük emekleri vardır. Şehrin sosyal hayatında var olan içkili düğünlerin ve çeyizlerin bitmesinde ve azalmasında çok büyük emekleri olmuştur.

Paylaş: