ADİL HOCA VE KUR’AN-I KERİM

Öğr. Gör. Mustafa AKSOY
Adil Hoca, ilmî yelpazesi geniş, çok yönlü bir âlimdir. Hutbeleri, vaaz ve
sohbetleri dinlenildiğinde fıkıhçılığıyla kendini ne kadar gösteriyorsa tefsir, hadis, kelam ve bilumum diğer dinî ilimlere vukûfiyetiyle de o derece kendini göstermektedir. İlmî donanımının bir parçası olarak ön plana çıkan özelliklerinden biri de hakiki manada “kârî” olmasıdır. Adil Hoca, kıraat ilminden icazetli Kurrâ Hafız’dır. Türkiye’de “Kurrâ Hafız” olarak tabir edilen kârî ifadesi, ilmî bir kavram olarak “Kur’an-ı Kerim’in vucûh ilmine vakıf, Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) ulaşan muttasıl bir senet ile 10 kıraatten icazetli; Kur’an’ı, değişik kıraatlerle okumaya, okutmaya ve icazet vermeye ehil kişi” demektir. Adil Hoca diğer ilmî yönlerinin yanı sıra iyi bir kârî idi. O, kârî veya diğer bir ifadeyle “Kurrâ Hafız” olmakla beraber bu ilmi okuyarak icra etme hususunda da çok büyük bir kabiliyete sahip ender hafızlardandı. Kıraat ilmine vukûfiyeti, bu ilmin ehli olmasıyla beraber icra etmesi ayrı bir özelliktir.
Teşbihte hata olmasın, kıraat ilmi büyük bir sermaye ise bu sermayenin pazarı da fem-i muhsin ve güzel bir eda ile Kur’an’ı okuyabilmektir. İşte Adil Hoca’yı birçok hafızdan ayıran özelliği de sahip olduğu bu sermayeyi en güzel şekilde dışa aktarabilmesi, tabiri caizse pazarlayabilmesidir. Adil Hoca, sesi, edası, okuyuşuyla büyük kârîlerin özelliklerini devam ettiren farklı bir üsluba sahiptir. Kıraatini, Mısır’ın büyük kârîlerine borçludur desek yanılmış olmayız. Çünkü Mısır, 1950’lerde kârîler açısından kendi deyimiyle altın devrini yaşamaktadır. Meşhur olarak bildiğimiz ne kadar
büyük kârî varsa Muhammed Rıfat, Mustafa İsmail, Abdulbasıt Muhammed Abdussamed, Sıddık Minşâvî ve oğlu Muhammed Sıddık Minşâvî, Mustafa Râğıb Galveş, Kâmil Yusuf el-Behtîmî, Mahmud Ali el-Bennâ, Mahmud Tablâvî, Ebu’l-Ayneyn Şaîşa’, Abdulfettah Şa’şâî ve oğlu İbrahim Şa’şâî, Ahmed Naîna ve daha ismini yazamadığımız birçok kârî bu dönemde Mısır’da yaşamıştır. Hepsi de kendi başına müstakil bir yeteneğe sahip olan bu kârîlerin aynı devirde yaşamaları ve Adil Hoca’nın da talebeliğinin Mısır’da, bu devre denk gelmesi hiç şüphesiz Allah’ın ona bahşettiği büyük bir lütuftur.
O, Mısır’ın başkenti Kahire’de böylesi bir ortamda talebelik devrini geçirmiş, uzun yıllar isimlerini zikrettiğimiz ve edemediğimiz birçok büyük usta kârîden nasiplenmiş, onların tilavet meclislerinde bulunmuştur. Özellikle her cuma bir kârînin tilavet meclisinde bulunma fırsatını değerlendiren Adil Hoca, fırsatı kazanca çevirmeyi bilmiş ve her birinden de birçok kazanım elde ederek okuyuşlarından kendisine hisse çıkarmıştır. Daha sonra kendi okuyuş üslubunu, makam ve nağmelerde yorumlarını geliştirerek yeni bir akım halini almıştır. Mısırlıların dediği gibi “O kendi
başına bir medrese/okuldur.” İsimlerini zikrettiğimiz kârîlerden bazılarıyla da karşılıklı özel münasebetleri ve sohbetleri olmuştur. Mesela Adil Hoca, Şeyh Mustafa İsmail ile aralarında geçen sıcak bir muhabbetin varlığından söz eder. Mustafa İsmail, Ezher-i Şerif Camisinin resmî kârîsidir ve Kahire’de bulunduğu zamanlar cuma günleri namaz öncesi tilavetini, Kur’an ziyafetini orada gerçekleştirdiğini söylerdi. Cuma namazı çıkışında ise Ezher Camisinin avlusunda Adil Hoca’ya tahsis edilmiş revakta hem dinlenmek, dinlenirken de Adil Hoca’nın elinden Türk kahvesi içmek için
Şeyh Mustafa İsmail’in kendisini ziyaret ettiğini, bu ziyaretler esnasında bir taraftan Şeyh Mustafa İsmail’e Türk kahvesi hazırlarken bir taraftan da onunla “ammice” denilen yerel halk diliyle koyu ve bir o kadar da
samimi sohbetlerinin olduğundan bahsederdi. Daha çok talebeleriyle özel sohbetlerinde kıraatlerden, Mısırlı meşhur kârîlerden bahseder ve onları taklit ederek Kur’an’dan parçalar okurdu. Bu kârîlerin nasıl okudukları ve seslerini nasıl kullandıkları hakkında ipuçları verirdi. Örneğin, Şeyh Muhammed Rıfat’ın sesinin, okuyuşunun çok farklı ve çekici olduğundan bahseder, zaman zaman onu taklit ederdi.
Adil Hoca, 1990’lı yıllarda İmam Hatip Lisesi’nde “Kur’an-ı Kerim” derslerimize girerdi. Onun dersleri her zaman canlı ve renkliydi. Bir tarafta çok yönlü büyük bir âlim, diğer tarafta ilmin, âlimin ne demek olduğunu anlamaktan, kavramaktan aciz; ben ve emsalim. Arada böylesi bir mesafe ve uçurum olmakla beraber muhatabıyla paylaşmak istediğini öyle bir ustalıkla aktarırdı ki bazen güldürerek bazen düşündürerek bazen de hüzünlendirerek zihnimize, gönül dünyamıza nakşederdi. O günleri unutmak mümkün değildir. O günlerin unutulmayan güzelliklerden birisi de bazı zamanlar, Adil Hoca’nın elini kulağına atıp dâvudî ve lâhûtî bir
sesle Kur’an-ı Kerim okumasıdır. Bazen Mısır’daki hayatından bir hatırayı, bazen kıraat ilminden bir konuyu, bazen de bazı ayetlerin tefsirini bir girizgâh yaparak okumaya başlar. “Şeyh Abdussamed burayı şöyle okurdu.” der, onu taklit eder sonra aynı yeri “Şeyh Mustafa İsmail şöyle okurdu.” der ve onu taklit eder sonra başka kârîlerden örmekler verirdi. Hepsini hem ses hem makam olarak taklit ettikten sonra en nihayetinde aynı ayetleri kendi makam biçimi ve yorumlarıyla okur, okuduktan sonra da “Evlatlarım! Her şey taklit ile başlar ama sakın ola sizler taklit ile yetinmeyiniz. Kendi okuyuşunuzu geliştiriniz; kendi özgün makamınız, nağmeniz, yorumunuz olsun.” diye sıkı sıkıya tembihlerdi. Onun bir Türk olarak böylesi kendine özgü tilavet tarzı, Kur’an okuması ve bu konuda öncü olması talebeleri için hem büyük bir örnek hem de ufuk olmuştur.
Adil Hoca’nın Kur’ân tilavetinin en bariz özelliklerinden biri de “Arap ağzı”
okuyuşudur. Yani Arapça olan Kur’an-ı Kerim’in harflerini seslendirip kelimelerini telaffuz ederken cümledeki vurguları, ağzı ve aksanı bozulmamış bir Arap gibi en doğal halde çıkarıyor olması onun en bariz özelliklerindendir. Aslında olması gereken de budur.
Gaziantep halkı da Adil Hoca’yı, Arap ağzıyla okuduğu için tutmuş, onun bu özelliğini sevmiş, benimsemiş, Kur’an dinleme özlemini ve ihtiyacını bu okuyuşu dinlemekle gidermiştir. Bundan dolayıdır ki Adil Hoca’nın bulunduğu her mecliste kendisinden Kur’an okuması istenir, beklenir ve okuduğunda da huşu içerisinde dinlenirdi. Onun okuyuşunun gönüllerde ve zihinlerde yer etmesinin, kulaklarda hâlâ onun Kur’an nağmelerinin çınlamasının bir tezahürü olarak vefatının üzerinden 20-21 yıl geçmesine rağmen hangi mecliste ismi anılsa halkın onu hayırla yâd etmesi ve “Allah, ondan razı olsun, çok güzel Kur’an okurdu.” diye Kur’an okuyuşuna vurgu yapıp sözlerine başlamalarıdır.
Adil Hoca’nın Kur’an tilaveti çok sade, doğal ve akıcıdır. Gösterişten, tekellüften ve yapaylıktan uzaktır. Harflerin çıkarılışı, kelimelerin telaffuzu ve yapılan vurgular, onun usta bir okuyucu olduğunun fem-i muhsininden çıkan tilavetin de tam bir sanat eseri olduğunun şahididir. Okuyuşları dikkatlice dinlenildiğinde sesini çok ustaca kullanarak iniş ve çıkışlar yapması, okuduğu ayetlerin anlamlarına göre makamlar seçmesi, makamlar arası geçişlerde bir bütünlüğün olup kulağı tırmalamaması, anlam-ses-makam ve kıraat ilmini dengeli bir şekilde harmanlayarak dinleyiciye sunması onun Kur’an tilavetinin başlıca özelliklerindendir.
Okumasının bariz özelliklerinden bir diğeri ise manaya göre okumasıdır. Yani okuduğu ayetler neden bahsediyorsa ona göre sesini alçaltıp yükseltmesi, ona göre makam ve nağme seçmesi, kelimelerdeki vurguları anlama göre yapmasıdır. Hiç şüphesiz bu okuyuş muhatabın Kur’an-ı Kerim’den daha çok etkilenmesine ve Kur’an’ın o büyüleyici atmosferine girmesini sağlamaktadır.
Tilavet esnasında bir ayeti veya cümleyi bölmeden tamamlayabilmek
ve bunu istenilen makamla icra edebilmek için hiç şüphesiz nefesin de geniş ve uzun olması lazımdır. Adil Hoca’nın, Kur’an tilavetinde de nefes yönünden bir sıkıntısı olmadığına eldeki mevcut ses kayıtları ve onun tilavetine tanık olanlar şahittirler. Merhum hocamızın biz talebelerine de sesin ve nefesin önemine dair çoğu kez telkin ettiği kısa ve öz bir nasihati vardı. “Kur’an okuyacak bir kişide şu 3 şey mutlaka bulunmalıdır: Ses, nefes ve heves”. Musikişinas biriydi. Makamları ve farklı yorumlarını rahatlıkla icra ederdi. Ama okuyuşunun en temel özelliği kesinlikle Kur’an’ı makama feda etmez, tam tersine makamı Kur’an’a feda ederdi. Yani okumanın temeli olan doğru telaffuz ve diğer tecvit kurallarından kesinlikle taviz vermez, makam ve nağme hatırına tecvit ile kıraat ölçülerini ihlâl etmezdi.
Adil Hoca sayesinde Gazi Şehir Antep’te Kur’an okuma seferberliği başlamıştır. Sene 70’ler… Kur’an okumasını bilenlerin az, hafızların ise neredeyse yok denecek kadar olduğu bir dönem. Ramazanlarda mukabele
okumak ve teravih namazı kıldırmak için civar illerden hafız ithal eden bir
Gaziantep… Kendi deyimiyle “Elinde içki şişesiyle gezmeyen gence, genç denilmeyen bir zaman” da Kur’an öğrenme ve öğretme seferberliği başlatmış, Gaziantep’in o günkü belli başlı merkez camilerinden Şeyh Fethullah Camisi, Alaybey Camisi, Hüseyin Paşa Camisi ve Mehmet Nuri
Paşa Camisinde “Gece kursları” adı altında yatsı namazından sonra Kur’an dersleri başlatmıştır. Kur’an okumasını hiç bilmeyen veya bilip de geliştirmek isteyenler için açılan bu kurslarda, “halfe” olarak tabir edilen bizatihi kendisinden ders almış ve Kur’an okumasını geliştirerek belli bir seviyeye çıkarmış kişiler; yeni gelenlere hocalık eder, onlara günlük derslerini verir, çalıştırır ve dersleri hazır olduğunda da Adil Hoca’ya yönlendirirlerdi. Adil Hoca da dinler, onay verirse talebe diğer derse
geçerdi. Bu kurslarda önce gelen sonra gelene hocalık eder ve öğrendiğini öğretirdi. Böylelikle hem öğrendiğini pekiştirir, hem eksikliklerini görür ve tamamlar, hem de Peygamber Efendimiz ’in (s.a.v.) “Sizin en hayırlınız Kur’an’ı öğrenen ve öğretendir.” hadisi şerifindeki müjdeye nail olurdu. Bu kurslara gelenlere hem öğrendiklerini kaydetmeleri hem de teşvik olması için kalem ve defter dağıtılır, mevsimine göre meyveler ikram edilirdi. Her derste, özellikle de soğuk kış gecelerinde içtikçe içleri ısıtan çay ikramının yeri ise apayrıydı. Ayrıca haftada bir yemek verilirdi ki yemek o günün şartlarında, genelde evlerde sıklıkla yapılmayan, imkân kısıtlığından dolayı herkesin ulaşamadığı yemeklerdi. Kısacası Adil Hoca canla başla bu yola
çıkmış, yalnızca okuyarak ve okutarak değil, maddi ve manevi eldeki mevcut tüm imkânlarını seferber ederek Kur’ân’a hizmet etmiş bir gönül eridir. Bu kurslara en çok emeği geçenlerden ve benim tanık olduğum bazı zevatın isimlerini bir teşekkür olarak zikretmeden geçemeyeceğim. Adil Hoca’mızın her işine koşturan adeta kendisini Adil Hoca’mıza vakfetmiş ve hem benim hem de Adil Hoca’mıza talebe olanların üzerinde çok emeği bulunan Hilmi Latifoğlu ağabeyimiz, “Sırat köprüsü” lakaplı Hanefi Amca, Adil Ağabey, Mesut Ağabey, Necdet Ağabey, Mustafa Şakı, Abdulkadir ve daha isimlerini zikretmediğim birçok ağabey bu kurslarda halfelik
yapmış ve Adil Hoca’mızdan aldıklarını kendilerinden sonra gelenlere aktarmışlardır. Allah, Adil Hoca’mızdan ve onun değerli güzide talebelerinden razı olsun.
Evet, Adil Hoca bir taraftan hiç bilmeyenleri bu şekilde Kur’an ile buluşturuyor, diğer taraftan o eşsiz tilaveti, güzel ses ve edasıyla müsait her ortamda kulaklara ve gönüllere hitap ediyor, Kur’an ziyafeti veriyordu. Böylelikle onun zamanında Kur’an dinleme kültürü başladı ve canlandı denebilir. İnsanlar sırf onun Kur’an tilavetini dinlemek için cuma günleri vaaz ve hutbe verdiği camiye akın ederlerdi. Ramazanlarda Adil Hoca’nın arkasında cemaat olmak ve onun okuyuşunu dinlemek için camiyi oldururlardı. Çünkü Adil Hoca’nın meclisinde bulunmak, onun tilavetini canlı canlı dinlemek gerçekten bir ayrıcalıktı.
Kur’an’ı öğretmesinin ve okumasının yanı sıra unutulmuş neredeyse hiç bilinmeyen kıraat ilmini de Antep’e taşıyan ve bu ilmin tanınmasına vesile olan yine Adil Hoca’dır. Kıraat ilmi yalnızca Antep’te değil, Türkiye genelinde unutulan rağbet görmeyen ve dolaysıyla fazla bilinmeyen Kur’an ilimlerinden biridir. Adil Hoca, bir taraftan halkın büyük çoğunluğunu Kur’an ile tanıştırıp Kur’an okumasını öğreterek hizmet ederken bir taraftan da Kur’an okumasını bilen hatta hafız olup sesi ve okuma kabiliyeti olan ancak kıraat ilmi nedir duymayan veya öğrenmek için
nasıl bir yol izlemesi gerektiğini bilmeyenleri bu ilimle tanıştırmış ve onlara bir ufuk çizmiştir. Talebelerine her daim kol kanat germiş, maddi manevi desteğini esirgememiştir. Bu arada zikredilmesi ne kadar doğru olur bilmem ama ben yine de talebesi olarak onun maddi ve manevi destek, teşvik ve telkinleri sayesinde Mısır’da 10 kıraati okuyarak icazet aldığımı, bunu burada zikretmeyi tahdîs-i nimet ve merhum Adil Hoca’ma bir şükran borcu olarak görüyorum.
Kur’an ile alakalı olarak bir hatırasını naklederek yazımı sonlandırmak istiyorum. Camilerde cemaat sayısının çok az ve gençlerin bulunmadığı bir dönemde bir gün, Mehmet Nuri Paşa Camisinde ikindi veya yatsı namazından sonra bir aşr-i şerif okuyordu. Tilaveti o kadar güzel okuyor
ki kendisinin dahi çok hoşuna gidiyor. O an, Mısır’da bulunduğu günler hayalinde canlanıyor. Mısırlıların Kur’an dinlemesi ve onların bu tilavete vereceği karşılığı aklından geçirirken diğer taraftan hali hazırdaki cemaate ve bu cemaatin tilavete karşı verdiği tepkiye bakıyor, karşılaştırıyor. İki
cemaat arası tam bir uçurum. Bir tarafta Kur’an dinleyen, dinlemek için can atan, okunanı az çok anlayan, kıraat ilmine yabancı olmayan ve okurken kârînin her seda ve nağmesini takdir ederek tilavetin devamını isteyen bir edayla yükselen “Allah Allah” sesleri diğer tarafta ise maalesef sessiz sedasız oturan ne tecvit ilminden ne kıraat ilminden ne de makamlardan bihaber olan bir elin parmak sayısını geçmeyen bir cemaat. Hatta cemaat hep ihtiyar olduğu için yükselen öksürük sesleri… Bunları aklından geçirip bir an, bir daha böyle kıraatlarla ve makamlarla kumasını süslemenin bir anlamı olmadığını, bu şekilde okumayacağını kendi kendine içten söylenerek camiden çıkıyor. Çıkışta tanımadığı bir kişinin koşarak yanına yaklaşıp “Hocam! Maşallah, gerçekten bizleri mest ettiniz. Bu nasıl muhteşem bir okuma, bu nasıl mükemmel bir tilavet. Şu makamdan girdiniz, şundan çıktınız. Makamlar arası şöyle geçiş yaptınız, böyle vurgu yaptınız…” diye Adil Hoca’mızın okuyuşuna hayranlığını dile getiriyor. Bunun üzerine Adil Hoca’mız bir an boşa gelip öyle düşündüğü için istiğfar çekiyor ve duruma şükrederek daha bir azimle yoluna devam ediyor. Ömrünün sonuna kadar Kur’an’ın öğrenilip öğretilmesi ve anlaşılıp
uygulanması adına kendisini vakfetmiş, maddi manevi tüm varlığıyla bu yolda gayret göstermiş, arkasında sadaka-i cariye olacak sayısız Kur’an talebesi yetiştirmiş Kur’an andelîbi merhum Adil Hoca’ya Allah’tan rahmet diliyorum. Rabbim ondan razı olsun. Firdevs Cenneti’nde Peygamber Efendimiz’e (s.a.v.) komşu eylesin, şefaatlerine bizleri nail eylesin.
İlminin bereketini üzerimizden eksiltmesin. Bizleri de talebeleri olarak cennette bir araya getirsin.
Âmin…
Yorum Yap