KÜÇÜK BUHARA’NIN SON DÖNEM ÂLİMLERİNDEN ADİL ÖZBERK HOCA (1934-1999)
Dr. Öğr. Üyesi İsmail YILMAZ
(Gaziantep Üniversitesi İlahiyat Fakültesi)
1.1. Hayatı
Adil Özberk Hoca, 1934 yılında Gaziantep’te dünyaya gelir. İlkokulu bitirdikten sonra ilim tahsili için 1947 yılında Halep’e geçen Adil Hoca, orada 4 yıl hafızlık ve ilim tahsilinden sonra hocalarının tavsiyesi ile 1951 yılında o dönemde ilmin merkezi olan Kahire’ye seyahat eder. 1965 yılına kadar Kahire’de el-Ezher’e bağlı ortaokulu, liseyi okur ve lisansını da burada yapar. Ardından İslamî ve Beşerî Hukuk Fakültesinde ve “İslam Hukukunda Boşanma” isimli teziyle yüksek lisans eğitimini tamamlar. Devrin büyük alimlerinden; fıkıh, tefsir, hadis, kelam ve kıraat dersleri alan Adil Hoca, eğitiminden sonra 1965 yılında ülkesine döner. O yılda ülkemizde yaşanan “28 Şubat” sürecine benzer problemlerden ötürü diploma denklik sorunu yaşar. Bu sebeple o dönemde Türkiye’yle kültür anlaşması bulunan Bağdat’a gider. Bir yıl Bağdat Üniversitesinde denklik eğitimini tamamlayarak 1966 yılında yurda döner.
19 yıl aradan sonra ülkesine dönen Adil Hoca, askerlik görevine Tuzla Yedek Subay Okulunda başlar ve Kırklareli-Çorlu-Babaeski’de teğmen olarak görevini tamamlar. Gaziantep’e döndükten sonra Fransa İlahiyat Akademisine Muhammed Hamidullah ile birlikte ders vermek üzere davet edilir. Ancak Antep eşrafıyla yaptığı toplantıda davasını ve Antep’e yapmak istediği hizmetleri sunup, “Bu davamda ölünceye kadar benimle beraber misiniz?” diye sorup teyit alınca, “Allah bana ismimim başındaki unvanları sormayacak memleketime hizmetimi soracak.” diyerek Fransa’dan gelen teklifi reddeder. İlk icraat olarak Gaziantep’te ilim ve maneviyat yoksunluğunu gidermek adına hizmetlerine Alaybey, Hacı Nasır, İhsan Bey ve diğer muhtelif camilerde cuma ve pazar günleri halka açık sohbetlere başlar.
Adil Hoca, halk arasında kendisini tanımayanlar tarafından ulaşılması zor vakur bir görünüşe sahiptir; ancak o vakur görünümünün altında şefkat ve merhamet olduğuna, onu yakinen tanıyanlar şahitlik etmektedir. O her öğrencisi için bir abi ve baba, her arkadaşı için değerli bir dost, her el açan için şefkat ve fedakar bir kişiliğe sahip olma sıfatlarıyla sinelerde hâlâ yaşatılmaktadır. Yetim ve muhtaç öğrencilerin, halktan ihtiyaç sahiplerinin her an yanında olan ve ilmini yaşayarak talebelerine öğreten bir hocadır. Onun kişiliğinde; kuvvetli hafızlığı, hazır cevaplılığı, nüktedan kişiliği, hakkı haykırmadaki cesareti, fetvalarındaki tutarlılığı, tevazusu, cömertliği ve ileri görüşlülüğü ön plana çıkmaktadır.
1999 yılı Nisan ayına kadar, ilerlemiş yaşına rağmen içindeki ilim adamı yetiştirme aşkını yitirmeden hayatını Kur’ân hizmetine adayan Adil Özberk, yine bir gün talebesine Kur’ân dersi verirken, ömrünü uğrunda harcadığı Kur’ân-a başını yaslayarak ilme ve irfana olan vazifesini tamamlar.
1.2. Dini Hizmetleri
1.2.1. Vaaz ve Hatiplik Hizmetleri
Yaşadığı dönemde ilim adamlarının azlığından ve halkın ilim ve maneviyattan yoksunluğundan, çoğu yerde örfün dinin önüne geçtiği görülür. O ayet ve hadisler ışığında, bütün bid’atlerle mücadele ederek halka hizmet etmeye, vaaz ve hutbe vermeye başlar. Otuz yılı aşkın bir süre zarfında memleketin geçtiği zor durumlara aldırmadan fahri olarak vaaz ve hutbelerine devam eden Adil Hoca’nın hizmet ettiği camilerden bazıları: Alaybey Camisi, Hacı Nasır Camisi, İhsan Bey Camisi, Nuri Mehmet Paşa Camisi (kendisinin rehberliğinde müze olarak hizmet veren cami eski işlevi olan cami olarak hizmete açılmıştır.) Şeyh Fetullah Camisi, Kadı Kemalettin Boyacı Camisi (Halk arasında Boyacı Camisi olarak bilinir.) Mehmet Akif Camisi (halk arasında Metoroloji Camisi), Kurtuluş Camisi (Kilise ve Hapishane olarak kullanılan bu mekan kendisinin üstün gayretleriyle camiye çevrilerek “Kurtuluş” ismini almıştır.) Karşıyaka Merkez Camisi ve Boztepe Camisidir. Bu camilerin yanı sıra döneminde yapımı devam eden maddi sıkıntılar yüzünden akamete uğrayan camilerde vaaz ve hutbeye giderek oraların tamamlanmasına yardımcı olur. Çünkü Adil Hoca’yı dinlemek isteyen herkes hocayı takip ederek hangi camide vaaza çıkacaksa oraya akın ederdi. Halkın Adil Hoca’ya bu kadar teveccüh etmesinin altında yatan nedenlerin başında; korkmadan, cesaretle hakkı haykırması, ilmin izzetini dünyevî hiçbir menfaate tercih etmeyip muhafaza etmesi, halkın dilinden anlaması, halkla iç içe bir hayat sürmesi, kürsü ve minberlerde haykırdığı hakikat ve nasihatleri kendi hayatında yaşaması ve içten-samimi tavırları gelir. Hocamızın ayrıca binlerce vaaz ve hutbe kasetleri, iki adet kendi sesinden hatim seti ve birçok aşr-ı şerif kasetleri mevcuttur.
1.2.1. Eğitim Faaliyetleri ve Metodu
Resmi olarak Gaziantep Lisesi, Saçaklı İmam Hatip Lisesi, Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi ve son olarak emekliliğine kadar öğretmenliğe devam ettiği Ömer Özmimar İmam Hatip Lisesi’nde eğitim ve öğretim faaliyetlerine devam eder. Ancak asıl ilim ve eğitim faaliyetlerine gerek gece ve gerek de yatılı olarak kendi maddi imkanlarıyla açmış olduğu kurslarıyla ilim talebelerine eğitim hizmetinde yapar.
Bu kurslarda geceleri halka ve öğrencilere yönelik Kur’ân-ı Kerim okuma ve tecvit bilgisi ve hadis dersleri uzun yıllarca devam eder. Yatılı olarak aldığı öğrencilere sarf, nahiv, fıkıh, tefsir, hadis gibi ilimlerin kaynak kitaplarını okutur. Belli bir eğitimden geçen talebelerden istekli olanlarının bütün masraflarını karşılamak kaydıyla eğitimini tamamlamak üzere Mısır Ezher Üniversitesine gönderir. Yüzlerce talebe Adil Hoca kanalıyla Mısır’a gitmiş ve ilim tahsil etmiştir.
Adil Hoca’yı diğer hocalardan ayıran ve kalplerde bu kadar yer edinmesine, vefatının üzerinden 16 yıl geçmesine rağmen sevenleri tarafından her yıl hasretle anılmasına neden olan en belirgin özellikleri arasında; dini ilimlere olan derin vukufuyeti, keskin zekası, anlattığı derse hakimiyeti, dersleri sevdirmesi, bitmez tükenmez ilim aşkı, yeri geldiğinde taşı gediğine koyması sayılabilir.
1.2.3. Kur’ân Kursları
Adil Hoca’nın hayatında Kur’ân öğretmenin ve hafız yetiştirmenin ayrı bir yeri vardır. İlim tahsilinden döndüğü dönemde 70’li yıllarda Gaziantep Kur’ân okunması dahi bilinmeyen, camilerin genelde boş olduğu, İslamî ilimlerde kendini yetiştirmiş din adamlarının az olduğu, var olan ilim yuvalarının asıl işlevini yapmaktan uzak olduğu, toplumun huzur ve sükûnetini bozan anarşinin had safhada olduğu, içki içilmeyen hanelerinin belki de azınlıkta olduğu bir şehir görüntüsü içerisindedir.
Adil Hoca bizzat öncülük ederek açtığı; halka açık gece Kur’ân kursları, Hoşgör Yatılı Kur’ân Kursu, halihazırda faaliyetlerine devam eden Hoşgör Fatih Kur’ân Külliyesi ve Kız Kur’ân Kursları, Kur’ân hizmetinde ve hafız yetişmesinde önemli bir rol oynar. Antep’te nerede düzgün bir Kur’ân okuyan varsa direkt veya dolaylı olarak Adil Hoca’nın rahle-i tedrisinden geçtiği söylenebilir. Gaziantep’te nerede hayırlı iş, bir hizmet varsa arkasında Adil Hoca’yı görebiliriz.
Memleketine döndüğü yıllarda Ramazan ayında mukabele okutacak hafız bulunmadığında civar illerden hafız getirilen Gaziantep, onun çaba ve gayretleriyle civar illere hafız gönderen bir şehir haline dönüşür.
1.2.4. Cami, Okul ve Kur’ân Kursu Yapım Hizmetleri
Adil Hoca’nın öncülüğünde yapılan ve yapımı tamamlan eserler:
- Askerlik hizmeti esnasında Tuzla’da kışla içerisinde cami yapılması
- Nuri Mehmet Paşa Camisinin müzeden camiye çevrilmesi
- Kurtuluş Camisinin kilise ve hapishaneden camiye çevrilmesi
- İslami Hizmetler Vakfı’nın kurulması
- Hoşgör Kur’ân Kursu yapımı
- Fatih Hoşgör Kur’ân Külliyesi
- Gaziantep Ulu Cami
- Ömer Özmimar İmam Hatip Lisesi
- Hayri Akınal Anadolu İmam Hatip Lisesi
- İslami derneklerin kurulmasına öncülük etmesi
- Çeşitli okul ve camilerin yapımı ve yapımı devam edenlerin tamamlanması
1.3. Tabelerinin Dilinden Adil Hoca
1.3.1. Prof. Dr. Mehmet Görmez
Nasıl ki insanların ruhu, kalbi vardır, şehirlerinde ruhu ve kalbi vardır. Elbette bir şehrin sanayisi, teknolojisi, el emeği göz nuru, çalışkanlığı, üretkenliği çok ama çok önemlidir; fakat bunlar sadece tek başına şehrin ruhunu oluşturmaz. Bizim medeniyetimizde ve kültürümüzde şehrin karşılığı Medine’dir, yani Efendimiz (s.a.s.) Yesrib köyünden dönüştürdüğü Medine, o şehrin ilmi, irfanı, o şehirde yaşayan insanların yaptığı iyilikler, bütün güzellikler, bütün hayırlar, bir bütün olarak bütün manevi unsurlar o şehrin ruhunu oluşturur. Gaziantep şehrimize baktığımızda tarihinde maddi boyutuyla manevi boyutu, ruh boyutu zaman zaman paralel gidebilmiş, zaman zaman da birbirinden ayrı gitmiştir. Tarihe baktığımız zaman Evliya Çelebi Gaziantep’e ilmiyle, irfanıyla, alimleriyle tanındığı için “Küçük Buhara” adını verir. Nice büyük alimler gelip geçmiştir bu topraklarda. Fakat fetret devri de var. Bazen kaht-ı rical dönemleri yaşanan zamanları da vardır. Şehrin ruhunun zayıfladığı zamanlar olmuştur, güçlendiği zamanlar olmuştur. İşte o ruhun gerçekten zayıfladığı bir dönemde Cenab-ı Allah bu şehre Adil Hoca’yı bahşetmiştir. Adil Hoca bu topraklarda, bu ülkede, bu şehirde bize bir cami kürsüsünün, mihrabının, minberinin bir halk üniversitesine dönüşebileceğini göstermiştir. Önce Nuri Mehmet Paşa Camisinde, Kadı Kemalettin Boyacı Camisi ve daha sonra Hüseyin Paşa Camisi kürsülerinde daha cuma namazından saatlerce önce yer alabilmek için erken gelirler; sokaklar, caddeler trafiğe kapanırdı. İnsanlar sadece vaazı dinlemekle kalmaz, bir hafta boyunca kahvelerde, evlerde, sokaklarda, çarşı ve caddelerde, “Adil Hoca bu hafta vaazında şunları söyledi”, diyerek kendi aralarında konuşurlardı. Zaman zaman şehir efsanelerine dönüşen hikayelerin ortaya çıktığına hepimiz şahit oluyorduk. İşte bu minberin halk üniversitesine dönüşmesi demektir. İşte Adil Hoca o fetret devrinde, kaht-ı rical döneminde gelmiş Halep’te, Ezher’de ilmini tahsil etmiş ve iki güzel birikimle dönmüştür. Bir tanesi Kur’ân-ı Kerim’dir. Benim selikamda, muhayyilemde, kalbimde kalan bir ses vardır o da Adil Hoca’dır. Bu konuda hoca ile ilk muhatap oluşum orta 3. sınıftaydı. Pazartesi ve cuma günleri imam hatipte hoparlörden Kur’ân okunurdu. Zaman zaman Adil Hoca’m okurdu. Bir gün hocam yok ben anons edildim. “Otur şuraya Kur’ân oku” dendi. Kamuya yönelik ilk okuduğum Kur’ân tilavetiydi. Okudum bitirdim, kapıya döndüm, arkamda Adil Hoca; “Gel bakım yavrum sen nerede okudun?” dedi. İfade ettim, “Aferin” dedi. “Yalnız iki noktada dilini ısırmam lazım” dedi. “Bu kıraat ilminde bir terminolojidir. Hataların var demektir.” Şeklinde devam etti. Hocamızın namaza başlamadan önce cemaate dönerek içten ve samimi bir şekilde söylediği “Safları düzeltin kalpleri Allah’a yöneltin” cümlesi hocamızın unutamadığım cümlelerindendir.
1.3.2. Prof. Dr. Ahmet Akgündüz
Adil Özberk Hoca’m saatlerce konuşulsa yeridir. Ama elbetteki bir iki noktaya işaret etmek bir nevi fariza-i zimmettir. Yani boynumuzun borcu. Bunlardan birincisi Resulullah (s.a.v.)’in hadisiyle başlayalım. Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki: “Eğer bir toplumda ve memlekette ilim adamları denilen ulemalar devlet ve servet sahibi olmak demek olan ümera arasında muvazene ve denge mevcut ise o zaman bu memleket huzur ve saadete kavuşur. Eğer o denge kaybolursa o zaman o memlekette anarşi ahlaksızlık ve her türlü huzursuzluk baş gösterir.” Bu önemli bir nokta. Benim kanaatim hakikaten çok acı bir gerçek. 70’li yıllardan önce istisnaların dışında manevi açıdan çorak olan Gaziantep’i manen yeşillendiren bu ilim adamlarının başında Adil Özberk Hoca’m geliyor. Onun için Gaziantep, ona sadece maddeten değil manen de çok şey borçludur Adil Hoca’ya, bunu özellikle ifade edeyim birinci nokta bu. İkinci önemli nokta da, onu da söylemek lazım, Adil Hoca’m biliyorsunuz tanıyan insanlar tarafından biraz kibirli ve mütekebbir gibi tasvir ediliyor idi hayatında; ancak onu yakından tanıyan ilmin izzetinde zirvede ama şahsi hayatında eliyle talebesine çay yapacak kadar mütevazi bir insan olduğunu görür. Ben canlı bir misalimi vereyim. Gaziantep İmam Hatip Okuluna 70-71 ders yılında geldim, ortaokul ikinci sınıftayım, Adil Hoca’m bize derse geldi. Adil Hoca’mın verdiği her dersi yüzde yüz ezberliyorum bir daha geliyor soruyor yüzde yüz anlatıyorum tabi şaşkınlık içinde bize sahip çıktı. Ben kendisine gittim dedim ki; “Hocam bir istirhamım var.” “Nedir Akgündüz Hoca” dedi, söyle bakalım, “Akgündüz yapmasın Allah karagündüz.” diye meşhur sözünü söyledi. Dedim ki; “Hocam ben Arapça öğrenmek ve İslami ilimlerde mütehassıs bir alim olmak istiyorum.” O meşhur kibirli zannedilen haliyle omuzlarını yükseltti, biliyorsunuz kendisi tekvando ve güreşte uzmandı, ağır elleriyle omuzlarıma vurdu ve güldü “On iki sene diz çökmen lazım.” dedi. Fakat Akgündüz Hoca da onun öğrencisi olduğu için onun kadar hakta sebatlı biraz da inattı. O gün Arapça ilimlerine başladık ve bir sene içerisinde Katru’n-neda, Şuzur’iz-zeheb ve Molla Cami’in Babü’l Meczuratı’na kadar geldik, Adil Hoca’m takip ediyormuş beni bu önemli bir hatıradır ve Allah rahmet etsin. Ahmet Yaşar ve bir kısım talebelere Arapça ders vermeye başladık. Bir sene sonra çağırdı hocam dedi ki; “Akgündüz hocam eğer yaşın müsait olmasa yaşın küçük olmasa senin elinden öpmek isterim. Bundan sonra ben sana duacı olacağım.” Hem benim doktoraya başlamama, ilahiyat fakültesinden sonra hukuk fakültesini bitirmeme ve ilim adamı olmama vesilen olan kişidir.
Evvela şunu ifade edelim Ezher’den mezun olan çok insan vardır. Maalesef bir çoğu sadece diploma sahibidir. Adil Hoca’m sadece Ezher’in Şeria ve Kanun Fakültesi’nden mezun olmakla kalmamış aynı zamanda kendisini kıraat ilmi başta olmak üzere, birçok ilim dalında döneminin önemli şahsiyetlerinden ders almıştır.
1.3.3. Metin Parlayan (Özberk)
Adil Hoca Gaziantep’in yetiştirmiş olduğu, aldığı ilmi yaşayan hem maddi hem de manevi ilimlerde nev’ine münhasır bir alimdi. Adil Hoca büyükle büyük, küçükle küçük olan, muhatabının eğitim ve kültür seviyesine göre hitap eden, hitaplarında anlaşılan bir dil kullanan alimlerdendi. Tamamen bütün vaktini ilme ve talebelerine harcayan tam bir Allah ve Peygamber dostuydu. Ben 1968-1976 yıllarında bizzat talebeliğini ve hususi hizmetinde bulunma fırsatı buldum. İlk geldiğinde bekarlığı döneminde aynı evde kaldık, hiçbir sohbetini kaçırmadan devam ettim. Ne kadar şükretsem azdır.
Adil Hoca’nın gönüllerde bu kadar yer edinmesinin, bu kadar sevilmesinin altında;
- Cemaatinin ve talebelerin dertleriyle dertlenmesi,
- Halkla arasına kalın duvarlar örmeyip, halkla iç içe samimi bir ortam kurması, kendisine yöneltilen sorulara asla neden soruyorsun demeyip bilakis soru soranı rahatlatarak daha fazla soru sormasını teşvik etmesi,
- Karşısına çıkan olaylarda asla kötümser olmayıp, her olayda olumlu yöne bakması (Biz talebelerine her zaman olayların olumlu yönüne bakma konusunda telkinde bulunurdu.),
- İlmin izzetini muhafaza etmesindeki hassasiyeti yatmaktadır.
İlmin izzetini muhafazasındaki hassasiyetine örnek teşkil etmesi bakımından bizzat şahit olduğum şu olay hâlâ zihnimde tazeliğini korumaktadır:
Şöyle ki;
1974-75 yıllarıydı. Dönemin Başbakanı Sayın Necmettin Erbakan beraberindeki bakan ve milletvekilleriyle Gaziantep’e ziyarete gelir. O zamanda var olan Arı Sineması’nda Antep eşrafını kabul eder. Arkadaşları Adil Hoca’ya da katılması için ısrar ederler, ısrarları kıramaz o toplantıya katılır. Biz de dahil olmak üzere herkes ordadır. Adil Hoca protokolde en ön sıralarda oturmaktadır. Başbakan davasından ve projelerinden bahseder ve orada bulunanları kendisine biat etmeye davet eder. Herkes hiç tereddüt etmeden ayağa kalkar koskoca salonda sadece Adil Hoca oturmaktadır. O anda hepimiz içerlendik tabii ki nedir bu gurur diye, neden ayağa kalkmadı diye, evlerimize dağıldık, arkadaşlarla telefonlaştık herkes aynı soruyu soruyor: Adil Hoca neden böyle davrandı? Ben de saat 23: 50 gibi hocamı aradım.
-Hocam durum bundan bundan ibaret arkadaşlar merak ediyor.
-Herkesi al bizim evde görüşelim, dedi.
Saat 00:30 gibi hocamın evinde buluştuk. O saatte bile talebelerine izzet-i ikramları hazırdı.
Ben;
-Hocam, Erbakan Hoca biata davet ettiğinde neden ayağa kalkmadınız?
O’da bize “Ben kimim?” dedi.
-Adil Hoca’sınız.
On bir kişiydik hepimize tek tek sordu ve hepimizden de aynı cevabı aldı. Sonra bize dönerek…
-Peki; bana neden Adil Özberk demiyorsunuz da Adil Hoca diyorsunuz?
Tabii ki sustuk.
–Bakın çocuklar siz ve halk beni Peygamber’in varisi olarak görüyorsunuz, benim o anda ayağa kalkmam Hz. Peygamber’e asi olmaktır. O’na varis olan ayağa kalkmaz. Benim kafamı da kesseniz orada ben yine ayağa kalkmazdım. Eğer ben o toplantıya Adil Özberk olarak katılsaydım, ilk ayağa ben kalkardım. Ben bilmiyor muyum orada Başbakan, Milli Eğitim Bakanı, İl Milli Eğitim Müdürleri var, ben sade bir öğretmenim. Beni orada herkes Adil Hoca gördüğünüz için ben Hz. Peygamber’i incitmem. Siz de ne olursanız olun hangi ortamda olursanız olun İslam’ın izzetini muhafaza edin, dedi.
Hocanın vasıflarından birisi de cemaat ve partiler üstü bir şahsiyete sahip olmasıdır. Her zaman şunu söylerdi; “Evlat ben a veya b partisine gitsem benim vaazıma sadece o parti mensupları gelir. Alimler herhangi bir partinin veya cemaatin malı değildir, ümmetin malıdır. İslam’da cemaat vardır cemaatçilik yoktur. Mezhep vardır mezhepçilik yoktur. Tarikat vardır tarikatçılık yoktur.” Bu prensipleri hayatında yaşadığının önemli kanıtlarından biri de merhumun cenazesidir. Cenaze namazında her cemaatten, her partiden, her mezhep ve meşrepten insanlar iştirak etmişti. Onun ümmetin malı olduğunun bir göstergesiydi. Ben cenaze arabasındaydım, yanımda Gaziantep trafik müdürü oturuyordu. Biz mezarlığa ulaştığımızda, telsizden trafiğin durumunu öğrenmek için sordu, “Nedir durum?” diye. “Efendim hâlâ cenazenin kılındığı Mehmet Akif Camisinden izdihamdan dolayı çıkamayan konvoya katılamayan araçlar var” dediler.
1.3.4. Bekir Öztekin
Rahmetli Adil Hoca’mız bütün talebelerine her konuda (ilimde, muamelede, merhamet ve şefkatte) örnek bir insandı. Talebeleri arasında farklı görüş, fikir, davranış ve yaşantılarından dolayı ayrım yapmazdı. Engin bir müsamahası ve tevazuu vardı. Talebelerinin bir abisi gibi her işine koşar ona yardımcı olur onun bütün problemlerini çözmek için uğraşırdı. Suç ve kabahatinden dolayı kimseyi dışlamaz, bilakis kazanmaya çalışırdı. Tam manasıyla bir hoşgörü abidesiydi. İslam’ın temel ilkelerinden asla taviz vermezdi. Bu durum yaşantısına yansımaktaydı. Merhum Adil Hoca’mız ilim kitaplardan ziyade alimlerin ağzından alınır ve öğrenilir diyerek talebe yetiştirmeye ayrı bir önem verirdi. Bu hususta kendisine İmam-ı Azam’ın başta Ebu Yusuf olmak üzere talebelerine gösterdiği ihtimamı ve yardımı örnek alırdı. Merhum hocamız teoriden ziyade pratiğe çok önem verirdi. Onun hocalığı döneminde imam hatip lisesinden mezun olan tüm talebeler mihraba ve minbere alışarak mezun oldular. Tek gayesi şahsiyetli vatanını seven bireyle yetiştirmekti.
Ben Mekke’den doktora yapmak üzere Mısır’a gittiğimde “Evladım sana on tane talebe gönderiyorum bunlarla çocuğun gibi ilgileneceksin” dedi. Daha sonra on öğrenci daha gönderdi bu vesile ile Gaziantep’ten yüz kişinin üzerinde Ezher Üniversitesinden talebe mezun oldu.
Son yıllarda yaşlanınca bana telefon edip “Evladım ben yaşlandım artık eskisi gibi hizmet edemiyorum. Adının önünde profesörlük unvanı olmasa da olur. Gel memleketimizde beraber hizmet edelim” demişti. Ben bu ricayı emir telakki ederek Mısır’dan Gaziantep’e döndüm. Beraber talebe yetiştirme konusunda ciddi hizmetler ettik.
Onun engin tevazuuna örnek teşkil etmesi bakımından şu hatıra hâlâ hafızamda tazeliğini korumaktadır; Mekke Ümm’ül Kura Üniversitesinde talebelik yaparken hocam Umre ziyaretine geldi Mekke’ye ilk gelişi idi. Ben onu Harem-i Şerif’e götürdüm bana “Evladım hocalık talebelik ilişkisi ayrı şey vazife ayrı şey ben bu işin teorisini bilirim ama pratiğini bilmem ben umre vazifesi konusunda tamamen sana tabiyim” diyerek pratiğe verdiği önemi göstermiştir. Biz ilmi konularda onunla oturup münakaşa ederdik onun söylediğinin hilafına bir şey söylersek ona alınıp kızmaz bilakis memnuniyetini ifade ederdi bu da onun ilme ve ilim talebesine verdiği değerin neticesiydi. Başta Adil Özberk Hoca’mız olmak üzere Gaziantep’te ilme Kur’an-a ve İslam’a hizmet eden tüm hocalarımızı, alimlerimizi rahmetle ve minnetle yad ediyorum.
1.3.5. Mustafa Kursav
İnsanı Allah’a kavuşturacak her can mucizedir. Mucize öyle yüksek dağların zirvesinde ya da coşkun atan kalplerin katresinde değildi sadece. Gerçek inancın gölgesinde duran her yaprak, her nefes, her damla su mucizeydi bize. Evet bizler bunu ondan öğrendik. Büyüklüğün büyük gölgeler altında kalmadığını, küçük gülümsemenin bile ne büyük denizler aştığını gördük onda. Bir tebessümdü belki elinden gelen tek iyilik belki cebindeki yol parasıydı birkaç lira. Belki de akıttığı bir damla gözyaşıydı. Ama her biri tonlarca merhamet doluydu.
Hani insan hep büyük insanları anlatacak kelimeler bulmaya çalışır da bulamaz ya çünkü her kelime belleğine sinmiş birer oktur hocam gibi. Hocam deyip ardı sıra devam edebilecek kelimem yok zira. Ona olan saygıyı, sevgiyi hatta özlemi anlatacak bir satır sözümüz yok gözyaşımızdan başka. Özlem ve saygıyla sayfalar dolduracak damla damla.
Herkesin dua bekleyeceği bir sığınağı vardır. Bizlerin de böyle ismini bir lahza anıp dua istediği Adil Hoca’sı vardı. Dua için çalardık gönlünün kapısını yok demezdi. Bir bakışı vardı sanki bilirdi anlatacaklarımızı da yine de söylememizi beklerdi. Hem öyle derin, öyle derdi sezen, öyle titreten. Korkardık bakışlarının gücünden o ise hiç kıymazdı, gözlerindeki keskinliğin büyük merhameti vardı. Kim bilir hissederdi sanki derdimizi, merhem olmaya çalışırdı var gücüyle. Nerede kimin bir yarası varsa başında duaya hazır beklerdi.
Hatırımda bir öğrenci kaldı ismi Zehra’ydı. Adı gibi berrak ve pak bir kızımızdı. Derdini duymuş yardım etmeye çalışmıştı. Hatta incitmemeye özen göstererek “İnşallah biz varız ya kızım” demişti. Ona bir miktar yol harçlığı vermiş hatta güzel kızımız parasının artanını tekrar hocamıza getirmişti. O da “Çıkan ok geri dönmez Zehra’m” demişti. Sağ ve sol cebinde parasını ayırırdı. Kendine düşen ile ulaşılacak yerleri hep hesaplardı. Hatta bazen kendini unutur iki cebini de evlatlarım dediği tüm öğrencilerine harcardı.
Öğrencilerine çok kıymet verirdi. Kimilerinin eksiklikleri, başarısızlıkları olsa da onların duruşlarıyla, imam hatipli kimlikleriyle övünürdü. Bir dönem sonu kurul toplantısında tüm hocalar başarısı kâfi gelmeyen çocukların sınıf tekrarı yapmasını istemişlerdi. O ise sessizce köşede izledi hepimizi. Sonra dedi ki: “Bir dersten zayıfı olan öğrenci, iki dersten zayıfı olan öğrenciden daha mı zeki? Kim belirleyebilir kimin kimden daha zeki olduğunu, bu dersler mi? Yapmayın!” dedi, “onların dışarıda imam hatipli duruşları var ya hani, o yeter bize de, bu millete de… Onlar burada öğrendikleriyle dışarıda saygın kimliklere sahip insanlar olacaklar elbette”. Tüm öğretmenler hak verdi hocama ve tüm öğrencilerin dersten geçmesini kabul ettiler. O hiçbir zaman çok parlak mevkileri kazandırmaya çalışan bir öğretmen olmadı. Çünkü nefsi duyguları kalbinden arındırmaya hep özen gösterirdi ve hiçbir öğrencisinin de bu duyguların acizliğine kapılmasına müsaade etmedi. Çünkü o, Hak kapısına alnının akıyla ulaşan insanlardan olmak isterdi ve hep bu inançla insanlar yetiştirirdi. Her zaman tüm öğrencileriyle övündü. O hep gençleri en kıymetli gördü.
Şimdi kendi hayatıma bakınca ne de şanslı olduğumu görüyorum. Çünkü onun öğrencisi oldum, hatta okulumu tamamlayıp kendisiyle birlikte imam hatip lisesinde öğretmenlik görevime başladım. Ne mutlu bana ki onunla biraz daha değer kazandırdım hayatıma. Benimle konuşmalarında “Usta” derdi. Ne büyük bir sıfattı bu böyle! Ne de mahcup olurdum onun böyle seslenişinde. “Esas usta sizin gibi insanı iman ile ilmek ilmek işleyip yol gösterendir” derdim.
1.3.6. Fevzi Seslenler
Gaziantep manevi havasının kirli olduğu dönemi yaşıyordu. Siyasi çekişmeler, sağ-sol olayları bitmek bilmiyor, batakhaneler gece gündüz çalışıyordu. 1970’li yılların başında Allah’ın lütfu olarak Adil Hoca’mız Mısır’dan Gaziantep’e teşrif ettiler. Her Pazar Nuri Mehmet Paşa Camisinde vaaz vermeye başladı. Cami tıklım tıklım olur, yer kalmazdı. Sadece Tin Sûresi’ndeki “Biz insanı en güzel surette yarattık” ayetini bir yıl boyunca vaazlarında dinledik. Memleketimizi bir güneş gibi aydınlattılar. Batakhaneler boşaldı. Günah yuvalarındaki memleket insanını, esnafını, memurunu, bürokratını, her kesimden Antepliyi cami ve cemaat ile tanıştırdı. Bağ evlerini hayır hasenatların konuşulduğu, Hoşgör Külliyesi gibi ibadet ve ilim yuvalarının imarının konuşulduğu mekanlar haline getirdi.
Hocamız söyledikleri ile amel eden nadide insanlardan biriydi. Gözü gönlü tok, kendisine sunulan dünya menfaatlerini görmezden gelen, sadece hayır ve hasenatı tavsiye eden bir Allah dostuydu. Öğrencileri ile münasebetleri, bir arkadaş edasıyla gayet samimiydi. İmam hatip okulunda öğretmenlik yaptığı yıllarda bizim dersimize girerdi. Sınıfımızın rehberlik hocası olduğundan rahatlıkla her konuda soru sorardık. Özellikle gençlik problemlerimizi çok iyi analiz eder, güzel kılavuzluk yapardı. Mahrem sayılan konuları İslami bir âdap ile anlatırdı. Kur’ân-ı Kerim’de geçen Ashab-ı Kehf kıssasını öyle güzel tasvirlerle anlatırdı ki; kendimizi o kıssadaki gençlerin yerine koyar, hocamızı hayretle dinlerdik. Ayrıca öğrencilerine, kendilerini haramdan, kötü davranışlardan, ahlaksızlıktan, Gaziantep’in kirlenen havasından korunma hususunda İslami ölçüleri en güzel şekilde sunardı. Halk arasında çok benimsenmiş ve sözüne itibar edilen bir alim idi. Okulda, camide, sokakta, her mekanda kendisine dinî sorular sorulur. Hocamızın verdiği cevaplar, dilden dile aktarılırdı. Bir gün kendisine sorarlar: “Hocam, Azrail her yerde can alıyor ise bu melek her yere nasıl yetişiyor?” O sırada şehirde elektrik kesilir. Hocam cevap verir: “Kardeşim, bir beşer bir düğmeye basıp bu kadar lambayı söndürürse, her şeyi yaratan Yüce Allah bir anda bu kadar canı almaya muktedir değil midir?” Adam cevabını almış, memnuniyetle yanından ayrılır. Her anı ders niteliğinde geçerdi. Esprileri bile eğitici mesajlar dolu idi. Hocam, çalgılı, müzikli düğünlere karşı çıkardı. Düğünlerde davul çalanlara aptal denirdi. Hocam bir gün “Oğlum paramızı alıyorlar, yemeklerimizin en güzelini yiyorlar, içkilerini de içiyorlar, kızımızı gelinimizi de oynatıyorlar, bunlar mı aptal yoksa bunları çağırıp para veren mi aptal” dedi.
1.3.7. Abdussettar Kaplan
Her şeyden önce biz evlatlarına bir baba şefkati gibi kol kanat geren hocamızla tanışma safham şu şekilde oldu; 14-15 yaşlarında imam hatibe gittiğim esnada aldığım Kur’ân ve mesleki derslerin tesiri ile Allah’a “Allah’ım senin yolunda bana ilmimi tekmil edecek bir alim zat gönder” diye dua ediyordum. İçimde bu dua yaklaşık bir yıl sürdü. Bir gün sınıfımızın kapısından orta boya yakın güler yüzlü bir öğretmen girdi. Hafif Antep şivesi ve gülümseme ile: “Çocuklar oturun bakalım size söyleyeceklerim var. Mısır’a ilim eğitimi için talebe göndereceğiz yetişmek isteyen varsa Hüseyin Paşa Camisine gitsin” dedi. Ve büyük bir heyecanla söylenen caminin yolunu tuttum. Pazartesi, çarşamba, cuma günleri Hüseyin Paşa Camisinde aldığımız dersler bir süre sonra emsile, bina, maksuda dönüştü. Başlangıçta 20 kişi olan bu gurubumuz 14 kişiye kadar düştü bize Mısır’a ilim tahsil etmek için gitmek nasip olmadı. Biz de burada hocamızın dizi dibinde kaldık. Hocam “Oğlum arkadaşların gitti sen de bize kaldın, yeni bir grup geldi onlarla ilgilenirsin yeme, içme, elbise ihtiyaçlarında hiç kimseye bir şey deme bana gel, derslerinde de yardımcı olursun” dedi.
Hocam her gelişinde bir baba şefkati gösterir, beni yanına çağırır, talebelerin ihtiyaçlarını sorar, iaşe ve erzak parasını cebinden verirdi. Bu grubun eğitimleri yaklaşık 2 yıl kadar sürdü. Daha sonra bu kardeşlerimden 4-5 kişi Mısır’a gidip mezun olup döndüler.
Talebeye ve ilim öğrenen gençlere aşırı düşkünlüğü vardı. İlim talebesinde helal ve harama çok dikkat ederdi: “Oğlum hayatım boyunca, bu ana kadar obada, sahipsiz dağ da kendi başına biten bir ağacın meyvesini dahi yemedim, çünkü onda kamunun hakkı var” derdi. Talebeler ile bir piknik gezisi esnasında arkadaşımızın biri dağ başında kendiliğinden yetişmiş bir dut ağacına çıkıp yemişlerinden yerken; Hocam o talebeyi gördü: “Oğlum ne yapıyorsun in oradan, ondan yeme!” dedi. O talebe; “Hocam ağaç kimsenin değil kendiliğinden yetişmiş”, deyince, “Oğlum ilim talebesi yemez, ilim talebesi yemez” diye tembihte bulunurdu. Bize her gün kursta yaklaşık 300 kişiye yemek hazırlatır imam hatipte okuyan maddi sıkıntısı içerisinde olan öğrencilere öğle yemeği verdirirdi.
Hocam ilim ve tasavvuf konusunda da çok hassastı. Bidatleri kabul etmediği gibi ilimlerin özü ile ilgili de teşvik edici sohbetleri olurdu. Sık sık Mevlânâ Halid Bağdâdî’den bahseder, onun neden zü’l-cenaheyn sıfatıyla adlandırıldığından bahsederek: “Oğlum ilim tek kanatlı olmaz manevi bir kanadının da (edep, haya, takva) olması lazım bunun için Mevlânâ Halid Bağdâdî’ye zü’l-cenahayn demişler, siz de bu yolda olmalısınız.” der; bizi bidat ve hurafelerden uzak tasavvufi cemaatlere gönderir oraların hal ve hareketlerini insanların bir birine olan hürmetlerini görmemizi sağlar ve “Oğlum dinimizde cemaat vardır ama cemaatçilik yoktur” derdi.
Hiçbir vaktini boşa geçirmeyi sevmezdi. Okulda eğitim verip akşama kadar ayakta kalmasına rağmen dinlenme saatinde bile okulda kendisine ait odada talebelerini kabul eder onların soru ve sorunları ile ilgilenirdi. Talebelerden ilme irfana gayret sahibi olanlar bu odada birbirinden ilginç soruları hocama sorarlardı. Hocam hem latife yaparak hem de çok pratik, akılda kalıcı bir şekilde bu sorulara açıklık getirirdi. Hocamın yanında yıllarca kalmama rağmen gerek halktan gerekse ilim erbabı, müftü ve vaizler tarafından gelen sorular karşısında asla tereddüt ettiğini ve takıldığını görmedim. Mükemmel bir hazır cevap idi. Hocamızın bu özelliği dahi halk arasında meşhur olmuştu.
Çok tevazu sahibi idi. Yetime, düşküne asla dayanamazdı. Bazen evi uzak olmasına rağmen bir elinde tesbihiyle bir eli de yeninin içerisine koyarak başı önünde yürüyerek evine giderdi. Evine giderken de tenha olan, kalabalık olmayan yerleri seçerdi.
Hocamızın ileri görüşlülüğü fevkaladeydi. Korku yok, cesaret timsaliydi. Yıllar sonra Hocamın çekmiş olduğum kasetlerinden bazılarını dinlerken dikkatimi çeken şey şuydu; 80-90’lı yıllarda Hocamızın bahsettiği vatanımızın milletimizin önünü açacak; vaazlarında dile getirdiği o dönemde bırakın açılmasını bunlardan bile bahsetmek takibe alınmanıza sebeb olacakken “Her mahalleye bir imam hatip her semte bir Kur’ân kursu açılsa ne olur? Müslümanlar ilim ve fende ilerlese ne olur? Okullarda, ilkokullarda, Kur’ân okutulsa, dini ilimler verilse ne olur?” dediği, Müslümandan üstün hiç bir milletin olmadığı, hiç bir zaman inanmayanların inananlara dost olamayacağı gerçeğini haykırması gibi meselelerin günümüzde zuhur ettiğini gördüm.
Antep’te bulunan molla ve ilim ehlinin hocamıza büyük hürmeti vardı. Sıkıştıkları konuları Hocamıza sorar. Halktan fetva için gelenleri Hocamıza yönlendirirlerdi. Hocamıza sadece Antep’in merkezinde değil, en uzak ücra köylerinde dahi hürmet edilir, kasetleri teyplerden dinlenirdi.
Sonuç
Adil Özberk 1968-1999 yılları arasına Gaziantep’te Kur’ân-ın sevilmesi, aşk ve şevkle öğrenilmesi, öğretilmesi, halkın batakhanelerden kurtulup camileri doldurması, hafızların yetişmesi, şahsiyetli imam hatip gençliğinin yetişmesinde büyük çabalar sarf etmiş, bütün vaktini bu uğurda harcamış büyük alimlerin başında gelmektedir. Yaptığı hizmetlerle bu döneme damgasını vurmakla kalmayıp vefatının üzerinden bunca yıl geçmesine rağmen onun sohbetlerinde bulunmuş, hutbe ve vaazlarını dinlemiş yediden yetmişe halktan her kesimin gönlündeki ulaşılmaz yerini muhafaza etmeyi başarmıştır.
Adil Hoca’nın hem çeşitli okullarda öğretmenlik mesleğini icra ederken hem de fahri olarak vaaz ve hutbeleri vasıtasıyla yüzlerce kimsenin hayatlarının seyrinin değişmesine doğrudan etki etmiştir. Kimilerinin İslam’a uygun olmayan hayat tarzlarını değiştirip Kur’ân ve İslam hizmetine girmelerine, kimi öğrencilerini maddi ve manevi olarak destekleyerek çeşitli üniversitelerden mezun olmalarına vesile olmuştur. Adil Hoca’nın talebelerinin sayılarını tam olarak tespit etme imkanı bulamadık, yazımızı uzatmama adına misal teşkil etmesi için birkaç talebesinin görüşlerine yer vermekle yetindik. Prof. Dr. Mehmet Görmez’in “Adil Hoca bize bir cami kürsüsünün, minberinin nasıl halk üniversitesine dönüştürüldüğünü göstermiştir.” ve yine talebelerinden Merhum Bedri İncetahtacı’nın “Gaziantep’te nerede düzgün bir ağızla Kur’ân okuyan kimse varsa, ya direkt veya dolaylı olarak Adil Hoca’nın rahle-i tedrisinden geçmiştir” şeklindeki tespitleri onun Gaziantep’teki dinî hayata katkısını ortaya koymada yeterli olacağı kanaatindeyiz.
Başta Adil Özberk Hoca olmak üzere bu dinin bize ulaşmasında katkıda bulunan bu uğurda her türlü fedakarlıktan kaçınmayan tüm İslam alimlerini rahmetle yad ederiz…
Yorum Yap