Metin PARLAYAN (ÖZBERK)

1786 yılında inşa edilen Gaziantepimizin tarihi camilerinden Nuri Mehmet
Paşa Camii maalesef müzeye çevrilir ve bu durum 1968 yılına kadar devam eder. Merhum hocamız memlekete döner dönmez bu durumu kabullenmeyip hemen Gaziantep eşrafıyla konuyu görüşür ve tekrar cami olarak ibadete açılması gerektiğini ifade eder. Hocamızın önderliğinde halkın ve eşrafından desteğiyle gerekli girişimler hemen başlar. Müzenin camiye dönüştürülmesine direnenler olsa da, engel olamazlar ve Nuri Mehmet Paşa Camii tekrar ibadete açılır. Caminin minaresi yıkıldığından yeni bir minare yapılır. Bu konuda hocamıza en büyük desteği, Antep eşrafından Ateşoğlu’nun verdiğini ifade etmemiz gerekir. Hatta caminin minaresini yapmayı üstlendi ve bu sözünü de yerine getirdi.

Merhum Adil Hocamız İmam Hatip Okulunda öğretmedi. Fakat o sıradan bir öğretmen değildi. Talebelerini tıpkı evladı gibi görür, tüm imkanlarını onların yetişmesi için seferber ederdi. Onda mesai mefhumu yoktu. Mesela, cumartesi günleri tatil olmasına rağmen sabah okula gelir ikindi ezanına kadar çocuklara dersler verirdi. Çocukların ilgilerini artırmak ve dersleri cazip hale getirmek için güzel yemekler yaptırır ve derse gelen çocuklara
harçlık verirdi.

Adil Hoca’mız, engin ilminin yanı sıra üstün hitabet ve hakkı çekinmeden
söyleme konusunda eşsiz bir cesarete sahipti. Bundan dolayı vaaz hutbe ve sohbetleriyle halkın gönlünde adeta taht kurmuştu. Hocamız da kendisine duyulan güven, sevgi ve saygıyı hayra hizmette fırsata dönüştürmüştü. Bu vesile ile Antep’te o zaman yapılan camilerin hemen hemen hepsinde emeği vardı. Çünkü eksiği olan caminin cemaati gelerek mesela; “Hocam
biz Yeşilova Camisinden geliyoruz, şöyle şöyle eksiklerimiz var” derlerdi. Hocamız da o cami için bir cuma günü tayin eder ve bu halka ilan edilirdi. Tabi Adil Hoca’mızın o camiye geleceği halk arasında duyulunca orada kalabalık bir cemaat toplanırdı. Ayrıca, Adil Hoca’nın kendisine has bir cemaati vardı. Adil Hoca nereye giderse o cemaatte oraya giderdi. Hocamız da vermiş olduğu vaaz ve hutbede caminin eksiklerini zikrederek yardım talep ederdi. Cemaatte canı gönülden yaptığı yardımlarla caminin eksiklerini tamamlardı. Böylece cemaatiyle beraber camilerin hepsine teker teker giderek mamur ederdi.

Adil Hoca, gönlü çok engin ve mütevazı bir şahsiyete sahipti. Gördüğü hataları düzeltirken hiç kırıcı olmazdı. Mesela bir gün Mehmet Paşa Camisinde güreş yaptığımız esnada içeri girdi. Bize kızarak “burası cami, nasıl böyle bir şey yaparsınız” demek yerine birkaç güreş taktiği öğrettikten sonra, oğlum caminin içinde değil de şurada güreşin diyerek bizi mahcup etmeden hem de alternatif sunarak hatamızı düzeltti. Böylece bize hem dinimizi hem de camimizi sevdirdi. Eğer kırıcı bir şekilde bizi uyarsa belki de bir daha camiye gitmeyecektik.

Adil Hoca’mız çok yönlü bir âlimdi. Birçok güzel vasıf onda bir arada toplanmıştı. Ufku geniş usta bir eğitimci, nüktedan, hoş görülü, cömert, kendisini mesleğine adamış fedakâr bir ilim adamı idi. Bir gün sohbet sırasında bir doktor ağabeyimiz “Hocam ben gece 12’den sonra fişi çekiyorum” dedi. Hocamız “ne fişini çekiyorsun” diye sordu. O da “telefon fişini çekiyorum” dedi. Hocamız “niye çekiyorsun” deyince de “beni rahatsız ediyorlar” diye cevap verdi. Hocamız “o zaman bu doktorluğu yapma” dedi. “Niye hocam?” sorusu gelince de hocamız şöyle konuştu: “Doktorlarla imam birdir. Bu iki meslek de fedakârca halka hizmet gerektirir. Bak ben sana bir şey söyleyeyim geçen gece birisi telefon açtı. Ailevi bir problem varmış. Çözmek için tam 1.5 saat konuştuk. Sonra baktım sabah ezanı okunuyor. Eğer biz kendimizi halka adamazsak mesleği yapamayız. Mademki sen kendini mesleğine adamıyorsun o zaman bu mesleği yapma. Çünkü sen cerrahsın, sana her an ihtiyaç olabilir. Bu sebeple senin telefonun her zaman açık olmalı. Sen fedakârlık etmezsen olmaz.” Bunun üzerine doktor ağabeyimiz “Hocam sen haklısın” dedi.

Paylaş: