BEDRİ AĞABEY “RAMAZAN GECELERİ YASİN OKURUM” SANA!

Mehmet Bedri İncetahtacı’nın ölüm haberi beni, yaslanacak bir omuz bulabileceğim bir anda yakaladı. Öğleye yakın bir kahvaltı saatinde, televizyon kanalını değiştirirken öğrendiğim ölüm haberi ruh iklimimde çok şiddetli bir fırtınaya neden oldu.
Bedri ağabey ölmüştü.
İnanılmaz bir şey!
Olacak şey değildi.
Ölümünden önce, en son cuma günü Meclis’te sevgili Fehmi Çalmuk’la üçümüz birlikte yemek yemiş ve kurmuş olduğumuz İpekyolu Holding’in yurt dışı açılımları üzerine konuşmuştuk.
Meğer o yemek, son yemekmiş!
Meğer o görüşme, son görüşmeymiş!
Yemekten sonra Meclis’in kulisinde oturmuş ve ondan öğrendiğim bir “kahve ve maden suyu” ikramını zevkle yudumlamıştık.
Meğer birlikte son kahvemizi içmişiz!
İkram ettiği kahvenin hatırını kırk yıl saymamızı beklemeden ve hatta kırk saat bile beklemeksizin dârü’l-bekâya göçmüştü.
Bedri Hoca; meşakkatli, hareketli, duruşu sağlam, onurlu ve vakarlı bir şekilde yaşadı.
Kolu değil, bel kemiği kırıldığı hâlde duruşunu değiştirmedi.
Oysa değişimden yana, insan zihninin serüvenini sonuna kadar bir maceraperest heyecanıyla inkişaf ettirmekten yanaydı.
Değişime inanan ama inandıkları noktasında asla değişmeyen bir gönül adamıydı.
Karizmatik, uhuletli ve suhuletli bir gönül işçisiydi.
Onu kendisi açısından hiçbir şeyi başaramamış saysanız bile, gönülleri fethedişiyle sanal dünyada tek bir gerçeklik ve miras olarak fethetmiş olduğu sayısız gönülleri bıraktı.
Bendeniz, onu siyasetçi yapmak için neredeyse tam on yıl uğraştım. İktidar erkini, kudreti, devlete nüfuz etmeyi bir papağan gibi ona tekrarladım.
O, iktidar erki kullanma yerine; habire gönül adamlığına soyundu.
O, kudretli olma yerine; bir çelebi gibi davrandı.
Beni anlamadı!
Anlıyorum ki, ben de onu anlayamamışım sağlığında.
Yaşarken bana öğretemediği birçok şeyi, ölümüyle bir idrak şoku yaşayarak aniden öğrendim.
Aniden anladım!
Bir anda.
Heyecanla…
İncetahtacı’nın, kulvar dışı bir adam olduğunu ölümüyle ortaya çıkan sevgi halesi gösterdi. Üniversite rektörüyle Menzil şeyhi, valiyle belediye başkanı, Necmettin Erbakan’la Hayrettin Uzun aynı ölüme üzüldüler.
Ölüme gıpta edilir mi?
Ben, İncetahtacı’nın ölümüne gıpta ettim.
Ben, güzel ölümlere inanırım.
Güzel adamlar, güzel ölümlere yakışırlar.
Mütebessim çehresi, aydınlık siması, insanları kolay etkileyen hitabeti, gönüllere nüfuz eden üslubu, onu farklı kılan en önemli meziyetleriydi. Yaşarken etrafında birçok insanın gıpta etmekten öte, haset ettiği başarılar sergiledi.
Ölümüyle de insanları kıskandırdı Bedri Ağabey.
Cemil Meriç, Ali Namık’ı anlatırken; “Bir Hint kumaşı gibi muhteşem ve bir İran minyatürü gibi işlemeli üslubu.” diyor. Bedri İncetahtacı da, gönüllere ırmak coşkusuyla akan bir üslupla hasbihâl ederdi insanlarla. Sıra dışı ve hatta tuhaf sayılan, tarif edilemeyen ilişkileriyle insanlara kendisi nezdinde olağanüstü değerli olduklarını hissettirirdi.
“Kahrını çekeceksin kitabın, hizmetinde bulunacaksın. Senelerce, senelerce hiçbir şey beklemeden diz çöküp emirlerini dinleyeceksin… Adam vardır, Aristo’yu Atina kerhanelerinin adresini sormak için köşe başında bekler. Adam vardır, kenef süpürtür Venüs’e. Ve kitabı, ağzına kadar ruhla dolan kutsal bir emanet değil, maddi refahına hizmet edecek bir hüddam olarak görür.”
Bedri İncetahtacı, maddi imkânsızlıkların kahrını çekmekle birlikte, kitapların da kahrını çekti. Bir Müslüman münevver için gerekli olan Batı kültürünü, Batı düşüncesini kendi jenerasyonunun içinde en iyi algılayan isim oldu.
İbn-i Hazm’la Sartre’ı aynı heyecanla okudu.
Alev Alatlı, İsmet Özel kadar heyecan vericiydi, Bedri Ağabey için.
Bedri İncetahtacı; vaazları, hutbeleri, yazıları ve televizyon konuşmalarıyla insanların gönül ırmaklarına ahenk katmaktan heyecanlanan sıra dışı bir simaydı.
İnsanlar kendilerini İncetahtacı’nın gönül aynasında tüm netlikleri ile görür, gördüklerini fark eder ve o aynada müstesna bir yere sahip olduklarına inanırlardı.
“Vücudumuzu aşmak, ‘ben’in dar ve sevimsiz geometrisinin ötesine geçmek, sonsuza yönelmek, insana sarılmak, hatıralarla yaşamak; işte aşkın, dinin ve kahramanlığın kaynakları…”
Bedri Hoca; enaniyet duygularını, benlik duygularını minimize etmeyi başarmış ama gerektiği hâllerde yaşayan bir sfenks gibi davranmasını bilen, davranışlarıyla da konuşan, davranışlarıyla da inandıran biri olarak hayatını idame ettirdi. Bir sfenks kadar vakarlı ve haşmetli duruşuyla günlük ve gündelik heyecanlara kapılmadı. Günlük ve gündelik heyecanların adamı olmadı. Günlük ve gündelik işlerle iştigal etmedi. Mevkilerin, makamların, zenginliklerin, ikballerin, heyecanların, coşkuların, sevinçlerin gelip geçici olduğuna, bunun dostlar ve dostluklar arasındaki insicamı bozmaması gerektiğine inanmıştı.
İnandığı gibi de davrandı.
Dostlarına dost oldu.
Düşmanlarına düşman oldu denebilecek bir öfkesi, kızgınlığı ve hırsı yoktu. Var olanı da ustaca gizleyerek emsal olmanın lezzetini yaşadı.
Yüreğini dostluklarına adadı.
Kimsenin ona benzemesini istemediği gibi, O da kimseye benzememeye çalıştı. Bir orijin olarak, kendi doktrinini ince ince işleyerek, kendi tezlerini iddiasız ama kararlılık ve tutarlılıkla savundu.
“O, bir Arap atıydı.”
Bana milletvekili seçildiği ilk günlerde böyle demişti.
Çünkü ben onun milletvekilliği performansını yetersiz buluyor, bunu seslendiriyordum.
Arap atları yarışta ağırdan alır ve geriden gelir ama ileriye gidermiş.
Ağırdan aldı, geriden geldi ve hepimizden ileriye, hepimizden önce gitti.
“Dolaştığım denizlerde düşünüyorum,
Bineceğim son gemi değil midir?
Hâyır sahibi omuzlarda giden tabut.
Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer,
Derdim ki: ‘Elbet ağlayanım olur benim de;
Ramazan geceleri Yasin okuyanım,
Baharda kabrime menekşe getirenim de.’
Fakat bütün bunlar olmasa da olur,
Yine tasa etmem.
Yine kırılmam kimseye.
Ben aşk adamıyım,
Sevmeye geldim insanları,
Gönlümle, elimle, kafamla sevmeye;
Hesapsız, karşılıksız,
Ayrılık gayrılık gözetmeden.
Gün gelip gidersem şayet,
Öyle severekten gideceğim ki;
Karanlık kıyılardan bile olsa,
Candan selamlarım,
Civarımdan geçecek gemileri;
Güneşli gemileri;
Şarkılı gemileri;
İçlerinde kendim varmış gibi!”
Gerçek bir Arap atı olduğunu ispat etti.
Bedri İncetahtacı, kendisine davranılmasını istediği gibi davrandı insanlara. Bir aşk adamı, bir gönül fatihi, bir derviş, bir zahit edasıyla insanlara sevmesini öğretti.
Sevdi. Çünkü seviliyordu.
Aşka inanıyordu, çünkü aşk sahibiydi.
“İnsan mahrum olduğu şeyin kıymetini ve manasını daha iyi anlayabiliyor.”
Pek çok değeri olduğu gibi Mehmet Bedri İncetahtacı’yı da ölümüyle anlayabildik. Fani bir yaklaşımla, yaşayan ve ölecek her faninin yaptığı gibi.
Yorum Yap