DİRENİŞİN DESTANINI YAZAN YİĞİTLERİN HİKÂYESİ
“Filhakika efendiler, Ayıntap havalisinde bulunan dindaşlarımız, İstiklâl mücadelesine başladığımızdan beri, hiçbir zaman, hiçbir sebep ve suretle hicretten bahsetmemişlerdir. Ayıntap’taki kahraman dindaşlarımızın daima bahsettikleri bir şey var ise o da; memleketlerini düşman ayakları altında bırakmamak ve memleketlerine tecavüz cüretini gösteren düşmanı, kendi kuvvetlerine istinat ederek, daima kahr-ü tedmir ve mağlup ve tard etmektir. Ayıntap ve havalisi ahalisinin vatan müdafaasında, izzet-i nefs ve namus ve istiklâl müdafaasında gösterdikleri tavr u hareket cidden şayanı takdir ve şayanı imtisaldir.”
Mustafa Kemâl Atatürk
Millî Mücadele’nin en şerefli savunmalarından biri olan Antep Harbi ve genel anlamda Millî Mücadele sırasında çeşitli yararlılık ve fedakârlıklar gösteren kahramanların hikâyeleri, savaş sonrası çeşitli yayınlarla anlatılmış olsa da bazıları kalem ile kâğıda dökülmediğinden zaman içerisinde kendileri ile birlikte dünyadan göçüp gitmişlerdir. Ancak niceleri de vardır ki gerek hikâyeleri gerekse göstermiş oldukları şecaat ve kahramanlıkları ömrümüze sonraki nesillere taşımamız için adeta emanet bırakılmıştır.
Memleket uğruna seve seve canlarını verip, kanlarını akıtan altı bin küsur Türk şehidini ve binlerce yaralı, kolsuz, bacaksız kalan fedaileri hatırlamak şüphesiz her Türk için mukaddes bir vazifedir. İşte şimdi bizler de bu kutsal emanete sahip çıkma gayesiyle: Gazi yurt evlatlarının Antep Harbi hengâmesinde vuku bulan nice kahramanlıkları içerisinden seçtiğimiz hikâyeleri anlatmayı vazife biliyoruz.
Böylesi şanlı bir direnişi, tarih sayfalarına altın harflerle yazılan destanı, destanları yazdıran yiğitleri tanımak ve anlamak için bir görgü şahidinin şu vehim anlatımıyla başlayalım söze;
“Artık beyni, kafası dağılmış şehitlere; kolu, bacağı kopmuş yaralılara her tarafta rastlanıyor, bunların feryatlarından en katı yürekler yanıyordu. Aciz kadınların, her türlü savunmadan yoksun mini mini yavruların feryadını, göklere yükselen yardım seslerini anlatmaya gerek duymuyorum. Camiler, mescitler, hastaneler yaralılarla doldu. Şu birkaç satırla açıkladığım olayların dehşetini tarif etmek için sayfalar lâzımdır. Bugün bile hatırlanması tüyleri ürpertiyor!.. Bir şehir ki; üstünde yüzlerce mermi patlar, yerden ölüm fışkırır, çoluk çocuk yer altında aç susuz, kendilerine sığınacak yer arar. Evlâd, baba anasının; baba ana, evlâdının; hanım kocasının bir dakika sonra öldüğünü görür. Şuraya bir obüs düşmüş evleri, duvarları darmadağın ediyor. Buraya binlerce kurşun yağıyor, ötede enkaz altında kalmış cesetler, beride inleyen yaralılar! … Meydan muharebesi değil ki; kadın, kız, çoluk çocuk korunma ister… Ölülerimiz evlere, yaralılarımız hastanelere taşınmak ister. Bunlarla beraber düşmanın hücumuna karşı koymak lâzım. Savaşmalı mı muhtaçlara mı bakmalı? İşte meşhur Fransız medeniyeti ve işlediği alçakça cinayetler.”
SAHİ NEYDİ ANTEP HARBİ?
Araptarlı Hasan
Çınarlı Cephesi’nin kuzeyinde, bostanların içinde bir kiremit fabrikası bulunuyordu. Evlerin çatılarına döşenen eski tip kiremitler bu fabrikada imal edilirdi. Heyetimerkeziye Alleben’deki bu fabrikanın yakılarak oradaki Fransız tehdidinin kaldırılmasını istiyordu. Mezkûr konu için bir gece Dayı Ahmet ismindeki heyet üyesinin evinde toplanırlar. Bu toplantıda Şehir Cepheler Kumandanı Özdemir Bey, Pazarbaşı Nuri, İnco Hüseyin, Düğmeci Mahallesi Semt Reisi, Araptarlı Hasan da bulunuyordu. Kiremithanede bulunan Fransız birliği, cephane ve mühimmat Türk cepheleri için tehlike arz etmekte olduğundan bir an evvel yakılıp, havaya uçurulması gerekmekteydi. Masada yapılması gerekenler konuşulunca
Araptarlı Hasan: “Ben yaparım!” diye ortaya atılır. Dayı Ahmet bu fikre karşı çıkarak “Olmaz, hayır sen daha Antep’e gireceksin bu çok tehlikeli, başka bir fedai bulalım.” dese de bu ısrarı boşa çıkıyordu.
Araptarlı Hasan bir teneke gazla birlikte aynı sokakta büyüdüğü arkadaşı Çulha Mehmet’i yanına alarak gün ağarmadan bostanların arasından, Alleben suyunun kenarından kiremithaneye yaklaşmayı başarıyor. Henüz yirmi yaşında olan Hasan Fransızların ayak seslerini duyunca Mehmet’e dönerek: “Haydi, Mehmet buraya kadardı. Gerisini ben yaparım sen git.” der. Mehmet ise “Beraber geldik, beraber gideriz.” dese de Hasan işin tehlikesini biliyor, Mehmet’in hayatını emniyete almak istiyordu.
“Gitmezsen seni vururum!”
“Boşuna Hasan Ağa’m, seni almadan gitmem!”
Mehmet duvarın dibinde beklemeye başlıyor, Hasan gazı aldığı gibi duvarı aşıp içeri giriyordu. Az ileride Fransız askerlerinin sesini işiten Hasan hızlıca gazı ortalığa dökmeyi başarıyor fakat gömleğinin bir kolu da gazla ıslanıyordu. Gömleğinin ıslandığını fark eden Hasan, kolu yırtar ve kibriti çakıp yere atar. Kiremithane bir anda alev alır, ardı ardına patlamalar meydana gelir. Hasan Fransız askerleri tarafından kaçarken fark edilip kurşun yağmuruna tutulur. “Kaç Mehmet, kendini kurtar!” diye bağırıp duvardan kendini atar.
Mehmet oradan kaçmayı başarır ve malumat vermek için 2-3 saat sonra Heyetimerkeziye’ye gelir.
“Kiremithane yandı. Hasan Ağam görevi tamamladı fakat kendini kurtaramadı. Ağam sanırım şehit oldu.” der.
Haberi alan heyet üyeleri derin bir üzüntüye gark olur. Uzun süre kimsenin ağzından ses çıkmaz. Dayı Ahmet Ağa gözyaşlarına hâkim olamaz. Aradan saatler geçer ve akşama doğru Heyetimerkeziye’nin odasına bir yaralı girer. Bacağı ve kolu sarılı olduğu hâlde oturanlara selam verir.
“Görev yerine getirildi, kiremithane ve düşman deposu yakıldı” der.
Bu kolundan ve bacağından yaralı olan asker: kendini Alleben Deresi’ne atıp, düşe kalka Tabakhaneye ulaşmayı başaran orada yarasını sardırdıktan sonra görevinin son merhalesini yerine getirmek için canı acıya acıya Heyetimerkeziye’ye gelen Araptarlı Hasan’dan başkası değildir.
Tüfekçi Yusuf Usta ve Azap Osman
Anteplilerin Kurtuluş Mücadelesi’nde asıl savaşı açlığa ve yokluğa karşı verdikleri ve vatan aşkıyla kazandıkları herkesçe malumdur. Tüfekçi Yusuf’un savaşlarda geçen ömrü ve aldığı görevlerdeki fedakârlıkları; Antep halkının bu mücadeledeki çabası, yokluklar içinde destanlaşan kutlu davası şüphesiz Gaziantep’in Gazi unvanını almasında en büyük etkenlerdir.
İşgal kuvvetlerine karşı verilen mücadele, Ermeni çetelerinden şehir içinde kendilerini korumak adına gösterdikleri fedakârlık ve en önemlisi her türlü ihtiyacı kendileri giderebilme gayreti Antep’i İstiklale taşıyan önemli etkenlerdendir. Halkın hiçbir karşılık beklemeden verdiği mücadeleyi biliyoruz lakin halkın mücadele verirken kendinde olanı vermesi dünya üzerinde yalnızca bu milletin gösterebileceği bir şecaattir.
Bunlara en büyük örneklerden biri de şüphesiz Azap Osman’ın gösterdiği fedakârlıktır.
Tüfekçi Yusuf Usta malumdur ki, cepheye mühimmat imal eden bir fabrikada en üst görevlilerden biridir. Bir gün yanına Azap Osman isminde fakir bir adam gelerek;
“Selamünleyküm”
“Bak Yusuf Usta, ben bu Ermeni ile Fransız ile olan mücadeleye katılmak istiyorum. İyi bir avcıyım ama silahım yok, barutum yok, kurşunum yok! Neyle savaşacağım? Bana bir akıl ver.” der.
Tüfekçi Yusuf Usta elindeki mühimmat azlığından hiçbir cevap veremez. Azap Osman, Yusuf Usta’nın gözlerindeki çaresizliği anladığından başka hiçbir cümle kurmadan başını alır gider. Azap Osman fakirdir, belli ki yardıma ihtiyacı da vardır ama kimselerde para yok ki bu adama yardım edebilsin. Halk, işgal günlerinde yalnızca düşmanla değil açlık ve fakirlikle de büyük bir savaş vermektedir.
Tüfekçi Yusuf sonraki zamanlarda o günü anlatırken;
“İçim gitti ama elimden bir şey gelmedi” diyecektir.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra Azap Osman elinde bir tüfekle çıkıp gelir. Yusuf Usta şaşırır ve “nereden buldun bu tüfeği” diye sorar.
Azap Osman derin bir iç çektikten sonra anlatmaya başlar;
“6 yaşında bir kızım vardı ağa. Elinden tuttum, Halep’e götürdüm. Bir Arap’ın evine 5 altın karşılığı evlatlık verdim. O beş altınla da bu tüfeği aldım. Fakat mermi, barut için param kalmadı. Söyle Yusuf Usta ben ne yapayım?”
Azap Osman’ın anlattıklarını dinleyen Tüfekçi Yusuf Usta’nın bu fedakâr vatansever karşısında gözleri buğulanır fakat tek bir laf edemez. Yıllar sonra hatıralarında Azap Osman için şunları söyler;
“Bir avuç vatan toprağı için canının canı biricik evladından vazgeçmişti.
Ya Rabbim! Bu nasıl bir vatan sevgisiydi?
Orada bulunan tüm kurşun ve barutu verdim gitti, işgal bitinceye kadar bir daha gözükmedi.
Fransız’la, Ermenilerle çatışmış.
Bir ara yaralanmış, uzunca bir süre ölüm döşeğinde yatmış fakat öldürmeyen Allah öldürmez, o da ölmemiş.”
İşte Antep böyle bir savaş vermişti ve böyle kazanmıştı şimdilerde vatan diyebildiğimiz toprakları.
Yorum Yap