MONDROS MÜTAREKESİ SONRASI İŞGAL VE BEKA SÜRECİNDE ANTEP SAVUNMASI VE MİSAKIMİLLİ

Mondros Mütarekesi’nden sonra İngilizlerin işgal ettiği şehirlerden biri de Antep idi. Aslında Antep, Mayıs 1916 tarihli Sykes-Picot gizli anlaşması gereğince Maraş ve Urfa ile birlikte Fransızların hissesine düşmüştü. Ancak mütarekenin imzalanması ve o sıralarda İngilizlerin, Irak ve Suriye cephelerinde bulunmaları, durumu değiştirmiş; çok geçmeden, sırasıyla Antep, Maraş ve Urfa’yı işgal etmişti. Böylece, bu şehirlerin yaklaşık iki yıl sürecek olan işgal dönemi başlamış oldu.


Muhtemeldir ki, İngilizler, geçici olduklarını düşündüklerinden dolayı şehirde ne halkın işlerine ve ne de mülki işlere müdahale ettiler. Sadece denetim aşamasında kaldılar. Özellikle bu durum Fransızları rahatsız etmişti. Oysa bu süreçte İngilizleri rahatsız eden bir durum da vardı. O da Sykes-Picot’ta Fransızlara bırakılan Musul petrol bölgeleriydi. Ayrıca İngilizler Filistin üzerindeki hâkimiyetlerinin tanınmasını da istiyorlardı. Sonunda taraflar, 15 Eylül 1919’da Suriye İtilafnamesi adı verilen İngiliz-Fransız Sözleşmesi’ni imzaladılar. Buna göre, Fransızlar, %25’lik Türk-Petrol Şirketi’nde Almanya’nın hissesinden %25’ini alarak Musul’dan vazgeçerken İngilizler de Antep, Maraş ve Urfa’dan çıkacaklardı. Böylece İngilizler, 30 Ekim’de Antep’ten ayrılmış ve 5 Kasım’da Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Bu işgal dönemi de iki yıl kadar sürmüş ve bölgede sırasıyla Şahin Bey ve Kılıç Ali’nin Kuvayımilliye Komutanlığında yürütülen Kuvayımilliye direnişi sayesinde Aralık 1921’de sona ermiştir.

Hiç şüphesiz bu işgal kolay sona ermemiş; hem silahlı ve hem de siyasi/diplomatik mücadelelerden sonra kurtuluş gerçekleşmiştir. Bu uğurda Mustafa Kemal Paşa’nın rolünü unutmamak gerekir. Kendisi Fransız işgalinden bir gün sonra 6 Kasım’da Erzurum Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne gönderdiği telgrafında Mondors Mütarekesi’ne aykırı olarak Maraş ve Urfa ile birlikte Antep’in de işgal edildiğini bildirmiş ve bölge halkının yaptıkları mitinglerle Osmanlı anavatanından ayrılmak istemediklerini bütün dünyaya ilan ettiklerini söylemişti. Bununla yetinmeyen Mustafa Kemal Paşa Heyetitemsiliye Reisi olarak 9 Kasım’da Antep, Adana, Sis (Kozan) ve Cebel-i Bereket Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’ne gönderdiği telgrafta işgalin ülke kamuoyu ve Amerika nezdinde protesto edilmesini istedi. 16 Kasım’da ise Heyetitemsiliye, Antep, Urfa ve Maraş’ın işgalini yayımladığı protestonamelerle dünyaya ilan etti.

Görüldüğü gibi Maraş ve Urfa ile Antep’in işgaline karşı iki çeşit tavır gösterildi. Birincisi, ülke çapında Mustafa Kemal Paşa imzalı Heyetitemsiliye adına protestonamelerin yayımlanmasıydı. İkincisi ise, işgale karşı bölge insanının miting ile protesto türü muhtıralar yayımlamasıydı. Mesela, Sivas Kongresi’nden sonra Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti şehri 27 savunma bölgesine ayırarak milis güçler altında Fransızlara karşı çete savaşı başlatırken diğer taraftan da 23 Kasım’da Antep’te büyük bir miting düzenleyerek şehrin %90’ının Müslüman ve Türk olduğunu ilan etti.

Antep gibi Osmanlı vatanına bağlılığını vurgulayan faaliyetlerin görüldüğü yerlerden biri de Kilis idi. O yıllarda Kilis’in kaderi ile Antep’in ki aynıydı. Bilindiği gibi Kilis 6 Aralık 1918’de İngilizlerce işgal edilmişti. Her ne kadar yakından halkın işlerine karışmasa da İngilizler, 22 Şubat 1919’da Halep’te çıkan bir karışıklığı bahane ederek Kilis’in ileri gelenlerinden 16 kişiyi tutukladı. Ayrıca, Kilis halkını açlığa mahkûm etmek isteyen İngilizlerin bu hareketlerine halk tepki gösterdiği gibi Kilis Belediye Başkatibi Ahmet Rami Bey, İngiliz komutana bir protesto telgrafı göndererek “Haksız olarak işgal edilen anavatanımıza insanlık şerefini ve medeni duyguları ayaklar altına alıyorsunuz. Türkiye yenilmemiştir. Bunu rağmen vatanımızı yıkıp yakmaya ve Türk halkına eziyet etmeye hakkınız yoktur.” demişti.

Bununla yetinmeyen Kilisliler, İstanbul’daki Kilislilere bir telgraf çekerek bu topraklarda Türklerin yüzyıllardır çoğunluk hâlinde yaşadıklarını belirtmek suretiyle bir azınlığın emrine ve Araplara ilhakına karşı olduklarını bildirdiler. Sonunda, Kilisli Darülfünün müderrislerinden Necip Asım (Yazıksız) ile Dr. Rıfat (Kilisli Rıfat) başta olmak üzere bir grup Kilisli aydın toplanarak Kilis’in tarihî bir Türk yurdu olduğu ve Osmanlı Hükûmeti’ne bağlı kalmasını istediklerine dair bir muhtıra hazırladılar ve Nisan 1919 başlarında, Osmanlı hükûmeti ile İtilaf Devletleri Yüksek Komiserlerine sundular.

Antep gibi Kilis’in Fransız işgal dönemi de sıkıntılı geçmiş; Fransız askerleri, Nakşibendi Tekkesi dahil birçok yere yerleştikten sonra Kilis Askerlik Şubesi’ni basarak oradaki bütün belge ve defterleri yakmışlardı. Bu durum ve işgal, Kilis Kaymakamı Kemal Bey tarafından Fransız komutan Zeus’a gönderilen 10 Kasım 1919 tarihli yazı ile protesto edilmişti.

Bu şekilde Kilis’te Fransız işgaline karşı protestolar, en sonunda silahlı direniş hareketinin başlamasına sebep oldu. Nitekim Kilis’e gönderilen Süvari Yüzbaşısı Kâmil Bey (Albay Polat) ilk defa Kilis’te bir millî kuvvet kurmak suretiyle Fransızlara karşı silahlı direnişi başlatmıştır.

Antep ve Kilis’te bu olaylar yaşanırken, aynı tarihlerde, İngiltere ve Fransa, kendi aralarında Osmanlı Devleti’nin geleceğine ilişkin görüşmeler yapmaktaydı. İngilizler, Türklerin İstanbul’dan çıkarılmasını ve Boğazlar bekçiliğinden azledilmesini istiyorlardı. Hatta Anadolu’da Osmanlı Devleti’nin kurulması taraftarı idiler. Oysa İngiliz, iş ve askeri çevreler, Bolşeviklerin etkisini artıracağı gerekçesiyle İngiliz Hükûmeti’nin görüşüne karşı çıkıyorlardı. Buna karşılık Fransızlar, İstanbul’un Türklerden alınması yerine resmen işgalini ve İstanbul’da uluslararası bir devletin kurulmasını istiyorlardı. Sonunda İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve İtalya) 12 Şubat 1920’de düzenlenen Londra Konferansı’nda İstanbul’un resmen işgalini kararlaştırdılar.

İşte Osmanlı Devleti ile Boğazların geleceğinin görüşüldüğü bir süreçte, son Osmanlı Mebusan Meclisi seçimleri yapılmış ve meclis 1920’de açılmıştı. Her ne kadar bu meclis yaklaşık 65 gün görev yapmış ise de en önemli faaliyeti Misakımilli’nin kabul (28 Ocak 1920) ve ilanı (17 Şubat 1920) olmuştu.

Şurası gerçektir ki, son yıllarda Misakımilli’den çokça söz edilmektedir. Buna rağmen bu kavramın anlamı yeterince bilinmemekte ve çoğunlukla “millî sınırlar” denmektedir. Öyleyse, lafız olarak bilinen ama manası bilinmeyen Misakımilli nedir, ne anlama gelmektedir ve hangi içeriğe sahiptir?

Her şeyden önce Misakımilli kelime olarak “Millî yemin/ulusal ant” demektir. Altı madde hâlindedir ve bu özelliğinden dolayı “Millî Mücadele’nin amentüsü” kabul edilmektedir. Anlamı ise Misakımilli Beyannamesi’nin başlangıç kısmında yazılıdır. Bu başlangıç kısmı “Biz Osmanlı Meclisimebusan üyeleri” diye başlamakta ve bu beyannamede dile getirilen hususların kendi “kırmızı çizgileri” olduğu “yemin gibi” ifade edilmektedir:

“Osmanlı Meclisimebusan üyeleri, devletin istiklali ve milletin geleceği,
Haklı ve devamlı bir barışa ulaşabilmek için yapabileceğimiz fedakârlığın,
En üst sınırını içeren adı geçen esaslar dışında payidar bir Osmanlı saltanat ve toplumunun yaşayabilmesinin mümkün olmadığını kabul ve tasdik eylemişlerdir.”

Görüldüğü gibi Osmanlı Meclisimebusan üyeleri için Misakımilli Beyannamesi adeta hayat memat belgesidir. Bir başka deyişle, beka belgesidir. Çünkü beyanname şartları kabul edilmezse devlet ve milletin yaşayamayacağı kesin dille ifade edilmiştir.

Osmanlı Meclisimebusan için hayati nitelik taşıyan Misakımilli Beyannamesi’nin ilk üç maddesi sınırlarla ilgilidir. Özellikle birinci maddesinin ilk kısmı Arapların selfdeterminasyon hakkını teslim etmektedir. Aynı maddenin ikinci kısmı Mondros Mütarekesi kastedilerek mütareke hattının içinde ve dışında bulunan birtakım özelliklere sahip Osmanlı-İslam çoğunluğunun yaşadıkları yerlerin bölünmez bütünlüğüne işaret etmektedir. Böylece, “Mütareke hattının içinde ve dışında” denilerek kriter hâlinde yeni Türk vatanının sınırlarına işaret edilmekte, Osmanlı-İslam kavramıyla bu vatanda yaşayacak insanların ortak paydası olan dine/İslam vurgu yapılmaktadır. Bu yönüyle söz konusu madde, Antep ve Kilis’te gördüğümüz “o yerlerin Türklüğü ve anavatandan ayrılmazlık” anlayışının millî seviyede, devletin parlamentosu marifetiyle açıklanmasından ibarettir.

Ayrıca beyanname Kars, Ardahan ve Batum (2. madde) ile Batı Trakya’da (3.madde) halk oylaması talep eden maddelerinin dışında İstanbul’un güvenliği şartıyla Boğazların uluslararası deniz trafiğine açılması (4. madde) azınlıklara ilişkin mütekabiliyet ilkesi 5 maddesi ile kapitülasyonların ilgası (5.madde) ile Türkiye’nin hissesine düşecek borçların ödeneceğine dair taahhüdü (6. madde) içermektedir. Böylece bu maddeler ile kriter olarak sınırları belirlenmiş yeni Türk vatanı ve devletinin varlık esasları ortaya konulmuştur.

Anlaşılmıştır ki, Wilson ilkelerine dayanarak hazırlandığı görülen Misakımilli Beyannamesi, Osmanlı Meclisimebusanı için, Osmanlı Devleti’nin geleceğinin konuşulduğu bir ortamda onun meclisi aracılığıyla açıkladığı “Osmanlı barış şartları”dır. Daha doğru deyimle, “Osmanlı Devleti’nin varlık şartları”dır. Bunu beka şartları olarak anlayabiliriz. Aynı zamanda sözkonusu beyanname, Nutuk’ta yazıldığı şekliyle Atatürk’e göre o devirde “Milletin amaçlarını ortaya koyan kısa bir program” idi. Bir başka deyişle “Millî Mücadele hareketinin hedef programı”dır. Bundan başka Misakımilli Beyannamesi’ne anlam vermek pek doğru gözükmemektedir.

Son yıllarda Misakımilli yeniden gündeme gelmiştir. Özellikle, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan çeşitli vesilelerle yaptığı konuşmalarda Misakımilli’nin bir beka belgesi olduğunu vurgulamaktadır. Sayın Cumhurbaşkanımıza göre, Türkiye’nin Suriye’ye yönelik Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtlarını anlamak için bir başka devrin beka belgesi olan Misakımilli Beyannamesi yeniden okunmalı ve anlaşılmalıdır.

Çünkü Sayın Cumhurbaşkanımız yaşanılan süreçteki gelişmeleri devlet ve milletin bekasıyla ilgili görmektedir. Bundan dolayı milleti, Misakımilli üzerinden uyarmaktadır. Ayrıca, yaşanılan sürecin bir “tarih güncellemesi” olduğunu ortaya koymaktadır. Bizce de aynı gerekçe ve duyarlılıklar içinde Misakımilli Beyannamesi yeniden okunmalı ve anlaşılmalıdır.

Paylaş: